Bir kaç gün önce, tek oğlu askerde bulunan bir dostumla sohbet ediyoruz, gurur ve sevinç içerisinde oğlundan söz ediyor:
“Oğlumu çok başarılı bulmuşlar, talimlerde attığını vuruyormuş, maşallah bünyesi de müsait, kalmak istersen eskerde görevin hazır, demişler.”
Oğlunun bir iş sahibi olacağı umudu ve sevinci içerisindeki arkadaşıma, “Çok sevindim, hayırlı olsun” demekle yetindim.
Geçtiğimiz pazar günü 12 şehidimizin haberlerini kahrolarak izlerken bir kez daha dehşetle irkildim, şehitlerimizden 8’i “Sözleşmeli Piyade Er” rütbesi taşıyordu. Haberlerde şehitlerimizin resimleri, isimleri ve rütbeleri yan yana sıralanıyor, değişik bölgelerde ateş düşen ocaklardan canlı görüntüler yayınlanıyor, tüm şehitlerin yoksul çocukları olduğu anlatılıyordu.
Burada bilgilerimi ve fikirlerimi korkmadan açıkça yazacağım, amacım, 50 yıldan beri bitiremediğimiz terör belasının çözüm arayışlarına katkıda bulunmak. Bu nedenle anlatacaklarımın, çirkin siyaset tarafından tersine çevrilip yöneltilecek her türlü saldırıya karşı şimdiden haykırıyorum:
“Kahrolsun PKK, kahrolsun YPG, kahrolsun FETÖ, kahrolsun her türlü terör örgütü... Tüm şehitlerimize Allah’tan rahmetler diliyorum, milletimizin başı sağ olsun.”
Şehitlerimizin 8’i Sözleşmeli Piyade Er, 3’ü Uzman Çavuş, biri de Piyade Teğmen.
Hatırlıyor muyuz, eskiden asker olabilmek için nice sınavlardan geçilirdi, en ince noktasına kadar sağlık raporları istenirdi, kazananlar yıllarca eğitim öğrenim gördükten sonra subay, astsubay veya uzman çavuş olarak ordumuza katılırlardı. Şimdi bakıyoruz, bir iş sahibi olmaktan başka gayesi bulunmayan gariban yoksul aile çocukları, sorgusuz sualsiz, sınavsız ordumuza dolduruluyorlar, ne kadar askeri eğitim gördükleri de belirsiz, operasyon bölgelerine gönderiliyorlar.
Yine hatırlıyor muyuz, 2008’lerde “Darbe yapacaklardı” iddiaları ile başlatılan Ergenokon, balyoz, ayışığı, yakamoz gibi kumpas davalarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne akıl almaz darbeler vurulmuştu, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a kadar ordunun tüm komuta kademesi cezaevlerine doldurulmuştu.
Aynı sıralarda da “Kürt sorununu çözeceğiz, analar ağlamasın, barış süreci başlatıyoruz” denilerek terör örgütü PKK ile Oslo’da başlayan görüşmeler, İmralı’da, Dolmabahçe Sarayı’nda masa başı mutabakatları ile birbirini izliyordu.
PKK ve her türlü terör örgütüne, hatta muhtemel iç ve dış saldırılara karşı devletimizin en büyük güvencesi olan silahlı kuvvetlerimize, 2016’da 15 Temmuz darbe girişimi bahanesi ile ikinci kez bir darbe daha indirilmiş, nefes alamaz hale getirilmişti. Askeri yargı, askeri okullar, hastaneler kapatıldı, çok sayıda askerimiz hatta askeri öğrencilerimiz hapislere dolduruldu. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi milletinin gözünden düşürülmeye çalışıldı, neredeyse terör örgütlerinden daha ağır şekilde ihanetle suçlandı.
Diyarbakır meydanlarında Kürt siyasal hareketinin öncülerinden Şıvan Perver ve türkücü İbrahim Tatlıses ile birlikte “Megri megri” diye türküler söyleyip halaylar çekenleri, Habur sınır kapısından muzaffer bir ordunun askerleri gibi ülkemize doldurulan PKK’li teröristleri anlatacak değilim.
Ancak, 2002 yılından beri kumpas davaları, barış ve açılım süreçleri ile her geçen gün siyasal gücüne güç katan Ak Parti iktidarı, 7 Haziran 2015 seçimlerinde büyük bir oy kaybı yaşayınca, yine yüz seksen derecelik bir dönüş yaptı.
Seçim öncesi iktidar yanlısı gazeteler, “Ya istikrar ya kaos” başlıklı manşet haberler yapmışlar, yani iktidar seçimi kaybederse kaos patlar, demişlerdi
Ne oldu, açılım sürecinde “Dağdan inin, şehirde siyaset yapın” diye çağrıda bulunduğumuz PKK yanlıları, 2012 yılında Halkların Demokrasi Partisi (HDP)’yi kurdular ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 13 civarında bir oy patlaması ile 80 milletvekili ile TBMM’ne girdiler. Ak Parti, HDP’nin aldığı oranda oy kaybına uğradı.
Sonrasında Şanlıurfa Suruç’ta, Ankara Gar’da, Kızılay’da, Merasim Sokak’ta, İstanbul ve diğer şehirlerde patlamalar, bombalı saldırılar yaşandı, tam bir kaos dönemine girildi.
1 Kasım seçimlerinde Ak Parti yeniden oy oranını yüzde 49’un üzerine çıkartarak yoluna devam etti. Bu arada HDP de o günlerden beri isim değiştirerek de olsa TBMM’de güçlü şekilde varlığını sürdürüyor.
Türkiye, terör belasını 50 yılı aşkın zamandır yaşıyor. Her olay sonrasında siyasal kesimler, “Bu terör eylemini nasıl siyasal ranta dönüştürürüz” telaşına kapılıyorlar, yok ortak bildiri imzalandı, yok ortak bildiriye imza atmadılar!.. Çoğu kendisi ve hatta çocukları askerlik bile yapmamış olan siyasetçilerin hamaset politikalarından bıktık usandık artık.
Muhalefeti susturarak, “Siz PKK ile HDP ile iş birliği yapıyorsunuz” diyerek, sosyal medyada ve televizyon ekranlarında bangır bangır bağırarak, trolleri muhalif kesimlerin üzerine saldırarak, şehit cenazelerinde tehlikeli gösteriler yaparak belki siyasal güçlerine güç katarlar ama, hiç bir zaman bu terör belasını bitiremezler.
Terörün üzerine siyasal hesaplarla değil, geçmişten edindiğimiz bilgi ve birikimlerle gitmek zorundayız. Ancak o zaman başarılı oluruz.