Önceki günlerde “Ankara’da Havalar Toz Duman” başlıklı bır yazı yazmıştım, Ortadoğu ülkelerinden gelen çöl rüzgarlarının, başkentin üstüne karabasan gibi çöktüğünü, günlerdir nefes alamaz hale geldiğimizi anlatmıştım. Bu toz bulutlarının, “Tatlı bir yağmur yağmadan geçmeyeceğini” ifade etmiş ve eklemiştim; “Atmosferimizdeki bu tozlu havalar gibi, siyaset arenasında da iç karartıcı gelişmeler yaşanıyor,” demiştim.


Nitekim, önceki gün başlayan dolu ile karışık sağanak yağmurlar, Salı akşamı adeta bir felakete dönüştü, Ankara’da yaşamı felce uğrattı. Gece saat on sıralarında misafirlikten dönmekte iken, Yenimahalle civarında yaşlı ama iri gövdeli arabamla sulara gömüldük, neredeyse cam kenarına kadar yükselen sular, kapı kenarlarından sızarak, arabanın içerisinde ayaklarımızın altında birikmeye, ayakkabılarımıza dolmaya başladı. Çoğu arabalar gibi, biz de zaman zaman yüksekçe yerler aradık, kaldırımlara çıkarak beklemelere koyulduk. Bir saatten fazla süren yolculuğumuzu tamamlayarak Etlik Aşağıeğlence Mahallesindeki apartmanımıza ulaştığımızda, derin derin nefes aldık; yağmur aynı şekilde devam ediyordu ama, semtimizin eğimli arazide bulunması, su birikimlerine meydan vermiyor, ancak sokak ve yol içlerinden bulanık çaylar, dereler akıyordu.


Eve kapağı atar atmaz televizyonu açtım, hiç bir kanala ulaşılamıyordu; sonunda bir kanal yakaladım ve Ankara’daki yağış felaketinin boyutlarını, endişe ile izlemeye koyuldum. Valilik, Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tüm imkanları ile seferber olmuş, polis ekipleri selle kapanan yollarda trafiği durduruyor, sulara gömülmüş araçları, o araçlardaki insanları kurtarmaya çalışıyorlardı.
Bir Mayıs Çarşamba sabahı, televizyon haberlerine göre maddi hasar büyüktü, ancak bir can kaybının olmaması, içimizi rahatlattı. Bu satırları karalarken, yağışlar halen ağır ağır devam ediyor, haberlerde ise yine şiddetli yağışların olabileceği duyuruluyordu, dileriz daha ağır felaketlere sürüklenmeyiz.

Bu arada günlerdir tartışılan İstanbul Taksim’deki “Bir Mayıs İşçi Bayramı” kutlamaları ile ilgili haberler de ekranlara yansımaya başladı. Konulan yasaklar nedeniyle Taksim’e ulaşan tüm yollar, güvenlik güçleri tarafından kapatılmış, sendikalar ve çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından oluşturulan kortejler durduruluyor, yer yer polislerle çatışmalara rastlanıyordu.
Kapanan yollar nedeniyle İstanbul’da yaşam felç olmuştu, haberlerde, esnaflar, vatandaşlar, doktorlar, sağlık çalışanları, gidecekleri yerlere, hastane veya sağlık kuruluşlarına ulaşım imkanı bulamıyorlardı.
Çatışmalar sırasında, güvenlik güçleri tarafından tutuklananlar, yerlere yatırılarak kelepçelenen aktivistler görülüyordu.
Ancak, bu arada en çok dikkatimi çeken görüntülerden birisi, ellerindeki sopalarla, demir çubuklarla, görevlerini ifa temeye çabalayan güvenlik güçlerine saldıran, acımasızca onların kalkanlarına, kafalarına vurmaya çalışan provakatörlerin çirkin görüntüleri idi.


Toplumla devlet arasında kaos ve karmaşa yaratmak isteyen provakatörler için büyük bir fırsat doğmuştu, ama bu fırsatı yaratanların hiç mi hatası, kabahati yoktu?
Ekranlarda yorumcular arasında, iktidardaki Cumhur İttifakı’nın, 31 Mart yerel seçimlerinde uğradığı yenilginin öfkesi içerisinde bu kadar sert önlemlere başvurduğunu ve gerilimin tırmanmasına yol açtığını ifade edenlere rastlanıyordu.
Bu arada Bir Mayıs İşçi Bayramı etkinlikleri, İstanbul’da olduğu gibi yağışlı havaya rağmen Ankara’da ve yurdun diğer il ve ilçelerinde de sürdürülüyor.
Yazımı, öğle saatlerinde gazeteye yetiştirmem gerektiği için noktalıyorum, ancak, Ankara’daki karanlık yağışlı hava gibi, İstanbul’da da Bir Mayıs Bayramı karmaşası artarak sürüyor. Dileriz, ülkemiz üzerindeki bu karanlık havalar ve gerilimler, bir an önce kazasız belasız sona erer.