Son günlerde siyaset sahnesinde, “Normalleşiyoruz, yumuşuyoruz” iddiaları ile başlatılan süreç, toplumda tatlı bir bahar havası yaratmışken, Perşembe günü yaşananlar, aklımızı, fikrimizi birbirine karıştırdı. Akşama doğru, Kobani Davası ile ilgili kararlar açıklanmaya başladığında vicdanlarımız sızladı, gece yarısına doğru duyduğumuz, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Şubat generallerinin tahliyesine karar verdi” haberi ile de buruk bir sevince sürüklendik.
Aynı gün; zam haberleri, tasarruf tedbirleri, Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebinin reddi, Emniyet Teşkilatı’nda kumpas operasyonları birbirinden önemli gelişmelerdi ama, Kobani Davası ile 28 Şubat generallerinin beklenmedik tahliyesi, tarihimizde derin izler bırakacak gibi görünüyor.
Bu yazımda, başlatılan normalleşme ve yumuşama sürecine ağır etkisi olacağını düşündüğüm Kobani Davası’nı kısaca gözden geçirmek ve doğabilecek sonuçları irdelemek istiyorum.
Mahkeme kararlarının açıklanmaya başladığı saatlerde cezaevi kampüsü önünde DEM Partili sözcüler, ellerinde mikrofonlarla, birikmiş kalabalığa hitap ediyorlar; “Mafyalar, çeteler ortada terör estiriyorlar, Sinan Ateş’in katilleri, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar. Kobani davasında ellerine silah değmemiş arkadaşlarımızın, tamamen siyasi kararlarla cezalandırılmaları, barış ve kardeşlik mücadelemize vurulan büyük bir darbedir...” diyorlar, kalabalık arasında, göz yaşlarını tutamayanlar görülüyor, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganları atılıyor.
Bir anda, 2008’lerde Ak Parti iktidarı tarafından başlatılan Ergenokon, Balyoz, Ayışığı, Yakamoz, Askeri Casusluk gibi birbirini izleyen operasyonlar geliyor gözlerimin önüne... “Vesayet rejimini bitiriyoruz,” diyorlardı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanları birer ikişer tutuklanıp cezaevine dolduruluyor, bunları, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un tutuklanması izliyordu. Toplum, bu gelişmeleri endişe içerisinde izlerken, yine Ak Parti iktidarı, “Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Roman Açılımı, Alevi Açılımı yapıyoruz, analar ağlamasın” diyerek Barış Süreci başlatıyordu.
Kürt kesimleri, Ak Parti iktidarına sımsıkı sarılmıştı, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutabilmek uğruna, geçmişte sürdürülen otoriter dönemlerin sona erdiğini sanıyorlar, “Kimliğimizi bulduk, Türkiye’nin neresinde yaşıyorsak, göğsümüzü gere gere ben Kürt’üm diyebiliyoruz” diyorlardı. Açılım sürecinde Habur Sınır kapısından PKK’li teröristlerin ülkemize girişleri, Diyarbakır’da Kürt davasının önderlerinden Şıvan Perver, Barzani, ünlü Kürt ses sanatçısı İbrahim Tatlıses, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakınlarının katıldığı “Megri megri” türküleri eşliğinde çekilen halaylar, sürece damgasını vurmuştu.
2013’te 17-25 Aralık operasyonları, ayakkabı kutularında, evlerdeki kasalarda uçuşan milyonlarca dolarlık paralar, görevden alınan dört bakan, ABD’ye kaçan Reza Zerrap ve uzantıları... O günlerde ortaya çıkartılan(!) FETÖ terör örgütü... Sonrasında ve öncesinde yaşanan tüm olumsuz gelişmelerin, bu örgüte bağlanmaya başlaması...
Açılım ve barış süreçlerinin kırılma noktası, 7 Haziran 2015 genel seçimleri oldu... Seçim öncesi iktidar yanlısı medya, “Ya istikrar ya kaos!” başlıklı manşetler attılar. İktidardaki Ak Parti, bu seçimlerde ilk kez yenilgiye uğradı, muhalefet partileri, yüzde 60 oranında oy topladı, Ak Parti ise yüzde 40’larda kaldı. Seçimin en hızlı büyüyen partisi HADEP, Ak Parti tabanından Kürt kesimin oylarını konsolide ederek 80 milletvekili çıkardı. Seçimin hemen sonrası MHP ve lideri Devlet Bahçeli imdada yetişti; 1 Kasım’da seçimin yenilenmesi kararı ile TBMM Başkanlığı ve hükümet yine Ak Parti’ye bırakıldı.
Sonrasında mı? Seçim öncesi iktidar yanlısı medyanın manşetlerine taşıdığı kaos ortamı hortladı, Viranşehir’de kaldıkları lojmanda iki polisimiz şehit edildi, Suruç’ta barış ve kardeşlik yürüyüşü başlatan eylemcilerin bulunduğu toplantıda bomba patlatıldı, otuzdan fazla vatandaş yaşamını yitirdi. 1 Kasım sçimlerine sayılı günler kala 10 Ekim’de Ankara’da barış ve kardeşlik eylemi gerçekleştirmek için Gar önünde toplanan kalabalığın arasında bombalar patlatıldı, yüzden fazla can kaybı, binlerce yaralı oldu... O günlerde Ak Parti iktidarının bir sözcüsü, “Her patlamada oylarımız bir puan artıyor” dedi ve 1 Kasım seçimlerinde Ak Parti’nin oyları büyük bir sıçramayla, yüzde 49’u aştı.
Sonrası mı? 15 Temmuz Fetöcü(!) darbe girişimi. Gece yarısı ülkede uçaklar havada terör estirirken, kimler arasında geçtiği anlaşılamayan kıyasıya bir savaş sürerken, İstanbul Havalimanında medyanın karşısına çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu Allah’ın bize bir lütfudur, aradaki çürük elmaları temizeyeceğiz” diyordu, yanındaki damadı Bakan Berat Albayrak da, bıyık altından gülümsüyordu.
Bu gelişmeler, 2017 yılında Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin gerçekleştirilmesinin önünü açtı. Ak Parti iktidarının destekçisi MHP lideri Devlet Bahçeli, “Başkanlık olmaz” dedi, “Partili Cumhurbaşkanlığı olsun” diye anlaştılar ve tek adam rejiminin ilk adımları da böylece atılmış oldu.
O dönemlerin renkli siyasetçisi HADEP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, ekranlarda sık sık saz çalıp türküler söylerken, siyaset sahnesine renk katarken, bir ara Erdoğan’a hitaben, “Seni başkan yaptırmayacağız” şeklindeki çıkışı ile geleceğini kararttı. Bazı konuşmalarında Kobani olaylarını körüklediği öne sürülen ve yıllardır cezaevinde tutulan Demirtaş, önceki gün mahkemenin verdiği ağır cezalarla 42 yıla mahkum edildi.
Son günlerde “Yeni anayasa” tartışmalarını yoğunlaştıran, yumuşama ve normalleşmeden söz eden Ak Parti iktidarı, CHP başta olmak üzere tüm partilerle ve HADEP’in devamı olan DEM Parti ile de görüşmelerini sürdürüyor; ancak bu sürecin nerelere evrileceğini, devletimize neler kazandırıp neler kaybettireceğini, hiç kimse tahmin bile edemiyor.