Geçen hafta Cuma akşamı şirketin yılbaşı yemeği var, gitmek iktiza eder, fakat nasıl hastayım, öyle böyle değil.

Yerimden kalkamamak bir yana öksürük o kadar şiddetli ki zatürreden korkup akciğer röntgeni çektiler, çok şükür temiz çıktı. Öksürürken öyle sarsılıyorum ki kendime şaşırıyorum, oysa Anadolu’nun soğuk kışlarını iyi bilen, üşümemek için ağırlığı kadar kabanlarla matruşka misali okula giden neslin üyesi olarak çocukluğumda bile böyle öksürmedim. Öğrendim ki meğer bu senenin nevi şahsına münhasır kış hastalığı da bu çeşitmiş, öksürük bir ay bile sürebiliyormuş. Bu haldeyken kalkıp akşam evden çıkmanın düşüncesi bile nasıl yorucu geliyor ama dediğim gibi gitmek iktiza eder. Aynada halime bakıyorum saçlar günlerdir sürekli terlemekten yağ içinde. Bu halde yıkanıp çıksam ertesi sabaha kesin zatürreyim, pek çok kişiye deva olan hastalanınca sıcak duş nedense bende tam ters etki yapıyor. Yüzüm de yüz yaşında görünüyor, Allah tüm yüze uygulanabilen yeni nesil kapatıcı fondötenleri bulanlardan razı olsun, iki dakika içinde hem hastalığın surattaki etkisi gitti hem yaş gençleşti. Evimin dibindeki kuaför saçları insan içine çıkacak hale getirdi. Miskin, yorgun, keyifsiz halde gittim.
Ertesi sabah gazetelerde bir haber… Dün gece ben sıcacık evimden çıkıp sıcacık bir otelde yemek yemeye gitmeye erinirken o gece dağlarda görev bildiği vatan korumasına hiç üşenmeyen, üşüdüğü veya öksürdüğü için mızmızlanmayı aklına bile getirmeyen 6 asker ölmüştü. Bir sonraki gün bir daha vurdular, 6 çocuk daha öldü. Ankara’da bir sürü şirkette hafta sonu yılbaşı yemekleri verilirken aynı saatlerde 12 genç çocuk dağlarda öldü. Ve biz onların sayesinde sıcak otellerde oturup birbirimizin yeni yılını kutladık. Dağlardaki 12 çocuk ise yeni yılı göremeden, anne babalarını, eşlerini çocuklarını bırakıp gittiler.
Şehitlerden Yasin Karaca’nın dağlarda çektiği video dolaşıyor sosyal medyada. Kanlı canlı neşeli bir çocukmuş. Yaşama sevinciyle dolu iyimser bir yavru olduğu her şeyinden belli. Yanında yürüyen komutanına “Yolumuz ne yolu komutanım?” diye soruyor, “Şehitlik yolu” cevabını alınca da gülerek “Kızıl Elma’ya kadar devam komutanım” diyor.
Ey tahta bir kutuda anasına babasına teslim edilmiş güzel çocuk; senin bu tertemiz inancına, bu yolda gencecik hayatını vermekten çekinmemiş olmana rağmen bu dünyayı yöneten şeytanlar bize Kızıl Elma’yı yedirmezler. Artık şu anki topraklarımızda güvenle yaşamaktan başka bir hedefimiz yok, senin gibi gençler ölmesin de Kızıl Elma tarihin sayfalarında gömülü kalsa da olur. Nasıl engel olacağız senin gibi gençlerin ölümüne? Ne yapılacak ya da ne yapılmayacak ki yılbaşına bir hafta kala sen gülen yüzünle ölmeden, hayatın tadını çıkaracağın yılların elinden alınmadan yaşamaya devam edeceksin?
Ben kendimi bildim bileli doğuda çocuklar ölüyor, hükümetler değişiyor, politikalar yenileniyor ama bu ölümler bir türlü bitmiyor. Geçen hafta sonu ölen çocuklar çatışmada ölmemişler. Güvenli sayılan üslere saldıran PKK’lılardan üsleri korumaya çalışırken ölmüşler. Ortada istihbarat zayıflığı mı var? PKK bu üsleri izlemiş, incelemiş, havalar iyice bozup üslere İHA SİHA vesair desteğinin gelmesi ihtimali azalınca saldırmışlar. Nasıl oluyor da üslere sızmaya çalışabiliyor ve üslerimizi ele geçirmeyi ihtimal dahili bulabiliyorlar? Neden bütün şehit evleri köy yerinde damsız fukara evi? Bu şehitler Yozgat’tan, Tokat’tan, Kırıkkale’den, Mardin’den, Antep’ten… Nasıl bir sistem var ki korunaklı olması gereken üslere PKK saldırınca önce ölenleri hepsi fakirin fukaranın çocuğu oluyor?
Bırakalım Kızıl Elma hayallerimizi, biz bu çocukları hava bozduğu için üslerimizde ölmekten kurtaralım. Bu çocuklar hayatın zaten zor olduğu damsız çatısız evlerine güvenle dönsünler artık…