Ankara’da bir bahçe vardır; adıyla kulağa hafif alaycı, biraz da eski zamanların ironisini taşır: Papazın Bağı. Bugün çay semaveriyle, odun ateşinde pişen gözlemesiyle, ördeklerin sesleriyle anılır. Çocuklar havuz başında koşar, aileler nostaljiyi koklar. Ama bu bahçenin belleğinde saklı daha derin bir hikâye vardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Papazın Bağı yalnızca bir mesire değil; Atatürk’ün etrafında örülen görünmez güvenlik çemberinin en önemli halkalarından biriydi.
KÖŞKÜN GÖLGESİNDEKİ BAĞ
1920’lerin Ankara’sını düşünelim. Henüz başkent ilan edilmiş, ama şehir hâlâ taşranın ağırlığını taşıyor. Çankaya sırtlarında tek tük bağ evleri, tozlu yollar, kışın ayazı, yazın kavurucu güneşi… Çankaya Köşkü bu manzaranın tam ortasında yeni bir hayatın, yeni bir rejimin simgesi olarak yükseliyor. Ancak o köşk yalnızca bir devlet başkanının evi değil, aynı zamanda hedefte olan bir mekân. İşte bu nedenle köşkün çevresine koruma halkaları örülüyor. Papazın Bağı, köşke en yakın bağlardan biri olduğu için bu koruma zincirinde kritik bir yer tutuyor.
NÖBETTEKİ GÖLGELER
Atatürk’ün güvenliği o yıllarda bugünkü gibi resmi protokollerle, polis kortejleriyle sağlanmıyordu. En çok güven duyduğu isimlerden biri olan Topal Osman Ağa ve onun Giresunlu gönüllüleri, köşkün etrafına dağılmıştı. Çoğu Karadeniz’in dağlarından inmiş, hayatı cephelerde geçmiş yiğitlerdi. Papazın Bağı’nda kurdukları çadırlardan köşke giden yolları gözetler, gece gündüz nöbet tutarlardı.
Mahalle halkı, bağın kenarından geçerken omzunda mavzeriyle bekleyen bu nöbetçileri görür, hem şaşar hem de güven duyardı. O günlerin Ankara’sında halkın diline düşmüş bir söz bile vardı: “Çankaya’ya yaklaşan önce Papazın Bağı’ndan geçer.” Bu, sıradan bir mekânın nasıl bir güvenlik eşiğine dönüştüğünü gösteren yalın bir tanıklıktı.
YENİ BAŞKENTİN KIRILGANLIĞI
Cumhuriyet’in ilk yıllarında başkent Ankara, aslında güvenlik açısından oldukça kırılgandı. İstanbul’dan koparılmış bir başkent, yeni rejime karşı hâlâ pusuda bekleyen düşmanlıklar, içeride muhalefet odakları… O yüzden Atatürk’ün çevresindeki koruma önlemleri sadece köşkün kapısında değil, köşke açılan bütün patikalarda hissediliyordu. Papazın Bağı bu anlamda bir “tampon alan”, bir erken uyarı hattıydı.
UNUTULAN TANIKLAR
Bugün Papazın Bağı’nın adı anıldığında akla Behzat Ç. dizisinin çekim sahneleri, Zeki Müren’in bir zamanlar uğradığı anılar, semaverde kaynayan çay gelir. Oysa rüzgâr biraz derinlerden eser, yaprakların uğultusuna kulak verilirse belki hâlâ o nöbetçilerin ayak sesleri duyulabilir. Tarih kitapları çok az yazar; çünkü güvenlik düzeni o zaman gizliliğe mahkûmdu. Ama yaşlı Ankaralıların hafızasında hep bir fısıltı kaldı: “Atatürk’ün askerleri Papazın Bağı’nda beklerdi.”
Son söz: Papazın Bağı, Cumhuriyet’in ilk nefes alışlarının, Ankara’nın taşra görüntüsünden başkentliğe geçişinin, Atatürk’ün çevresinde örülen güvenlik halkasının unutulmuş tanıklarından biridir. Bugün oraya oturup çayınızı içerken, bir an gözlerinizi kapatın. Belki uzaklardan bir mavzerin metalik parıltısını, bir Karadenizli gönüllünün sert bakışını hayal edersiniz. O zaman anlarsınız: Bu bahçe sadece huzurun değil, bir devrimin de nöbet yeriydi.