Hannibal’ın Gölgesinde Kibele’nin Roma’ya Yürüyüşü
Kayadan doğmuş bir tanrıçanın adıdır Kibele.
Anadolu’nun göğsünden çıkan, taşta yaşayan, dağın kalbinde oturan bir ana…
Bir Anadolu çocuğu olarak ben, onu ilk bir müzede değil, bir kayanın kıyısında tanıdım.
Belki Afyon’da, belki Eskişehir kırsalında bir taşın üstüne oturmuş, ellerini dizlerine koymuş, bize değil ama toprağa bakan o figürü görünce içimden bir ses:
“İşte burası!” dedi.
İşte burası, insanın toprağı tanrı bildiği, taşa yüz sürdüğü, doğaya eğildiği yerdi.
Ama Kibele, sadece bizim dağlarımızda kalmadı.
Bir gün bir taş oldu, gökten düşen kara bir taş...
Ve tam Roma yıkılırken, tam Hannibal filleriyle kapıya dayanmışken, o taşla birlikte Roma’ya yürüdü.
Hannibal’ın Korkusu, Kehanetin Fısıltısı
Yıl MÖ 218. Kartacalı general Hannibal, Alpler’i fillerle geçip İtalya’ya iniyor.
Roma orduları darmadağın.
Trasimene Gölü’nde, Cannae’de Roma'nın onuru paramparça oluyor.
Senato titriyor. Halk dualarla, adaklarla tanrıları yardıma çağırıyor. Ama tanrılar sessiz.
Roma ilk defa gerçekten çaresiz.
İşte o anda, kehanet kitapları açılıyor:
“Magna Mater, İda Dağı’ndan getirilirse Roma kurtulur.”
İda Dağı dediği bizim Kazdağları’mız.
Ve orada yüzyıllardır taş tahtında oturan tanrıça: Kibele.
Yani Frigya’nın, Anadolu’nun Ana Tanrıçası.
Taş, Gemiye Konur ama Kıyıya Varamaz
Roma elçileri gelir.
Anadolu’dan, bugün Eskişehir yakınlarındaki Pessinus'tan Kibele’nin kutsal taşını alır.
Taş, gerçekten bir göktaşıdır.
Simsiyah, parlak, yuvarlağa yakın – tam da gökten gelen tanrıçaya yakışır.
Ama bir sorun olur.
Gemi limana ulaşsa da taş karaya çıkmaz.
Gemiyi sürükleseler de nafile.
Rahipler der ki:
“Tanrıça iffetsiz bir kadının ülkesine girmek istemiyor. Onu temiz bir kadın karşılamalı.”
Ve orada bir kadın çıkar: Claudia Quinta.
Ahlâksızlıkla suçlanan bir Roma kadını.
Duasını eder, taşın ipine dokunur.
Gemi kendiliğinden kıyıya yanaşır.
Taş yürür, Roma’nın kalbine oturur.
Ve ben burada nefesimi tutarım.
Çünkü Anadolu’nun taşı, bizim dağlarımızın anası, Roma'nın aklını başına getirmiştir.
Roma, Kibele’yi Alır ama Ruhunu Değil
Roma, Kibele’ye Palatin Tepesi’nde bir tapınak yapar.
MÖ 204’te taş oraya yerleştirilir.
MÖ 202’de Hannibal Zama Savaşı’nda yenilir.
Roma der ki:
“Bizi Kibele kurtardı.”
Ama Kibele, Roma’da artık taşlaşmış bir semboldür.
Artık devletin tanrıçasıdır.
Ama ritüelleri sansürlenir.
Kendini hadım eden rahipler yasaklanır.
Doğaya bağlı özgür kült, sistemin kurallarına boyun eğdirilir.
Ve içimden bir sızı geçer.
Çünkü bizim tanrıçamız, bir dağ kadını, bir toprak anası, şimdi mermer tapınaklarda zincirlenmiştir.
Anadolu’dan Roma’ya: Sessiz Bir Zafer
Bugün kimse Hannibal’ı Kibele ile anmaz.
Ama Roma’yı Hannibal’in fillerinden kurtaranın Anadolu’dan gelen bir taş olduğunu bilen azdır.
O taş sadece bir kaya değil, bir bilgelikti.
Toprağa yüz sürenlerin, taşı ana bilenlerin bilgeliği.
Bir zamanlar taşlara doğurmak yakıştıran, kayalara süt veren bir halkın inancıydı.
Ve Roma bu taşı alınca, sadece bir tanrıçayı değil, Anadolu’nun direncini, kadimliğini de ithal etmiş oldu.
Taşta Saklı Olan
Ben ne zaman Anadolu’nun bir kayasına otursam,
Ne zaman bir Frig vadisinde tanrıçanın siluetiyle göz göze gelsem,
O taşın Roma’da hâlâ sessizce durduğunu düşünürüm.
Belki kimse ona dokunmuyor artık.
Belki kimse onun Anadolu’dan geldiğini hatırlamıyor.
Ama o taş orada…
Ve ben biliyorum ki, zafer bazen bir taşın içindedir.
Sadece o taşı tanıyanlar için görünür olur.
Gizlenenin Peşinde yürürken bu kez bir taşı izledim.
Ve onun izinde Anadolu’dan Roma’ya uzanan sessiz bir zaferi gördüm.