Bu başlığı ilk yazdığım yazımda 15 yaşındaki Hilal’in ölümünden bahsetmiştim.
Sonra öldürülen kadınları hatırlatarak dikkat çekmeye çalışmıştım. Ya da pardon, “dikkat çekmeye çalışmıştım” yanlış oldu. Gelin doğrusu neymiş birlikte konuşalım…
Öldürülen genç kızların ve kadınların ardında bıraktığı ailelerine, ‘sur cinayeti’ olarak adlandırılan bu kadın katliamlarına hangi cezai yaptırımların gerçekten adalet terazisinde yer bulduğuna yeterince dikkat çekemiyoruz.
“Ne kadar çabalasak da bu farkındalığın ne kadar etkili olduğu hala tartışılır.”
4 Ekim 2025 itibarıyla, 2024 yılında İstanbul’da Semih Çelik tarafından katledilen 19 yaşındaki AYŞENUR HALİL ve İKBAL UZUNER’in ölümünün üzerinden bir yıl geçti.
Semih Çelik, 4 Ekim 2024’te önce Ayşenur Halil’i Eyüpsultan’daki evinde, ardından İkbal Uzuner’i Fatih’teki Edirnekapı Surları’nda vahşice öldürdü. Olayın ardından intihar eden Çelik’in evinde, şiddet içerikli çizimler ve psikolojik sorunlarını gösteren materyaller bulundu. Ailesi ise Çelik’in ruhsal durumunun kötü olduğunu söylemişti.
“Peki neden ruhsal durumunun kötü olduğunu bildiğin birine müdahele etmek yerine isyan etmek?”
Neyse… Tartışılacak 249857928572093645647 sorudan sadece 1 tanesiydi bu soru.
Yaşanan cinayetlerin, ardında bıraktığı acıların ve yarattığı travmanın sorumlusu sadece fail midir, yoksa sistem, adalet mekanizması ve toplum olarak bizler de bu tablonun sessiz tanıkları değil miyiz?
Neyse… Tartışılacak 249857928572093645647 sorudan sadece 1 tanesiydi bu soru.
“Ve her sessizlik, ardında bir çığlık bırakır; belki de gerçek adalet, o çığlığı duymaktan geçer.”
ARTIK YETER, SON KEZ KONUŞALIM!