Tarihimizin bu en ünlü ve insan soyunun en yüz akı kişilerinden birisi olan Leonardo Da Vinci aynı zamanda hakkında en fazla şehir efsanesi üretilen karakterlerden... Da Vinci soyadını bir asalet, bir yüksek sınıf sembolü olarak algılayanlar yanılıyor. Vinci İtalya’da bir kasaba ismi ve “Da Vinci” tanımlaması da “Vinci’den gelen kişi” demek. Yani Leonardo Da Vinci diyerek aslında Vincili Leonardo demiş oluyoruz, tıpkı Çorumlu Mustafa demenin İtalyan versiyonu oluyor. Tam ismi Leonardo di ser Piero da Vinci ama “di ser Pieroé” nin de saygıdeğer Piero’nun oğlu demek olduğunu düşündüğümüzde bu havalı isim zincirini söylerken deritopu “Piero’nun oğlu Vincili Leonardo” demiş oluyoruz. Oysa o sadece Leonardo çünkü gayrimeşru bir çocuktu, babası noter, annesi ise kaçırılarak İstanbul’da köle olarak satılmış ve İtalya’ya getirilmiş bir Çerkez kızıydı. Zaten Leonardo Da Vinci’nin düzgün vücut hatlarına ve yakışıklı yüzüne bakarsanız güzel bir İtalyan-Çerkez karışımı görürsünüz.
Mona Lisa’nın kim olduğu bilinmiyormuş, arkadaşının karısıymış, gizli aşığıymış, aslında kendi yüzünü çizmişmiş… Bunların hiçbirisi gerçek değil, Mona Lisa’nın kim olduğu besbelli. Ünlü kumaş tüccarı Francesco del Giocondo’nun karısı Lisa Gherardini olup zengin tüccar ikinci oğlunu doğuran karısına bir jest yapmak için Leonardo Da Vinci’ye tablo sipariş ediyor. Zaten portreleri bir türlü teslim edememesi ve üzerlerinde neredeyse hayatı boyunca uğraşmasıyla meşhur Leonardo bu portreyi de bitirmiyor, Milano-Florensa arasında gidip durduğu hayatı boyunca bu tabloyu hep yanında taşıyıp ömrü boyunca üzerinde çalışıyor. Böyle benzersiz olmasının nedeni de bu zaten, bütün ömrü boyu sadece resim yeteneğini değil, mühendislik ve matematik dehasını da bu tabloya aktarmış. O sır dolu, gizemli ve erotik gülümseme bunların benzersiz birleşimi.
Leonardo yaşarken ressamdan ziyade teknik kişiliğiyle meşhurdu çünkü o bir mühendis ve mimardı. Çok iyi matematik biliyordu. Olgunluk çağı resimlerinde hep uyguladığı geometri yasalarıyla çizgisine artırılmış derinlik vererek az sayıda resmine rağmen çağdaşlarının bu denli önüne çıkabilmişti. Matematiği anlayan hayatın her şeyiyle başa çıkabilir çünkü fani hayatlarımız bile matematik üzerine kuruludur.
Eşcinsel olduğu sıklıkla söylenir; maalesef aksi yönde bir kayıt yok. Hiç evlenmemiş, hiç çocuğu olmamış. Herhangi bir kadınla bir aşk yaşadığına, ömrünün bir döneminde bile olsa bir kadını azıcık dahi olsa sevdiğine dair bir bilgi yok. Aksine genç erkek sevgilisini çok sevdiği, çoğu aziz resminde bu sevgilinin edepsiz gülümsemesinin olduğunu yazıyorlar. Bu çok yakışıklı adam da maalesef tercihini öte taraftan yana kullanmış görünüyor. Ama ne tarafında yaşarsa yaşasın aşkta çok dengeli olduğu, tutkuların peşinde savrulup gitmediği biliniyor. Vejetaryen olduğu da doğru. Hayatı anlamaya başladıktan sonra ağzına et koymamış, her türden yaşama hakkına büyük bir saygısı olduğu için bütün ömrünü sebze ve meyve ile geçirmiş.
Bir sürü sır ve şifre bıraktığı ise palavraların en büyüğü. Çok zeki, yetenekli, çalışkan, azimli, meraklı ve gözlemciydi. Solak olduğu için çağının mürekkeple yazan bütün solakları gibi kağıtlar mürekkep lekeleriyle dolmasın diye sağdan sola yazıyor, defterlere doldurduğu fikirleri bir bakışta anlaşılıp çalınmasın diye ters yazıyordu; böyle yaptığı için çeşitli gizemleri bize şifreleyerek aktarmak istediğine inanan insanların inanmak istemedikleri şey insan zekasının sınırlarıdır oysa. Leonardo’nun büyü, sır, mistisizm gibi şeylerle hiç ilgisi olmamıştı, hayatının tamamı pozitif bilim üzerine kurulmuştu.
“Leonardo Da Vinci’yi Leonardo Da Vinci yapan biz Türklerizdir!” Bu tespit oldukça doğru. Leonardo’nun doğup büyüdüğü ve dünyayı gözlemlemeye başladığı yıllarda İstanbul henüz fethedilmişti ve İstanbul’dan kaçan yüzlerce alim, sanatçı, ressam, zanaatkârın hepsi İtalya’ya gitmişti. Leonardo’nun hayata gözünü açtığı ortam, Rönesans’ın zeminini hazırlayan, dünya tarihinde bir daha arasanız bulamayacağız ilim, sanat, fen, kültür arenası ve o dönemde dünyaya gelmiş bütün sanatçılar için çok şanslı bir dönemdi. Ünlü Boticelli’de Leonardo Da Vinci döneminin insanıdır, Michelangelo da… Tıpkı bizde Alaaddin Keykubat’ın hazırladığı özgürlükçü ortamda Mevlâna Celaleddin Rumi bir inanılmazın kendini anlatabilecek habitatı bulabilmesi gibi; İstanbul’un fethinden kaçan bilim insanı ve sanatçıların yarattığı ortam sayesinde Leonardo yeteneklerini ve dehasını coşturabileceği şansları yakalayabilmiştir. Yani evet, biz Türkler İstanbul’u almasaydık belki de Leonardo metrekareye onlarca alim ve sanatçının düştüğü bir İtalya görmeyecekti.
Mona Lisa’nın gülümsemesi bize insana inansak, ömrümüzü kendimize acıyarak ve bir sene sonra saçma bulacağımız şeylere üzülerek geçirmek yerine gözlerimizi açıp etrafımıza iyice bir baksak neler başarabileceğimizi söyler. Leonardo’nun ölümünden sonra aradan geçen 500 yıl boyunca, onun döneminin büyü olarak görülen her şeyini yaptık; uçuyoruz, çaresiz olduğu sanılan hastalıkları iyileştiriyoruz, el kadar aygıtları kullanarak binlerce kilometre uzaktaki kişilerle üstelik yüzlerini görerek konuşuyoruz. Onun yüksek mühendislik zekasında hep bir sır ve gizem arayanlara inat; Leonardo bir zaman makinesine binip günümüze gelseydi eminim gördüklerine hiç şaşırmazdı