Gizlenenin Peşinde Ankara, taş gibi sert bir ismi var bu şehrin. Kulağa Anadolu’nun göğsüne çökmüş bir kale gibi gelir: AN-KA-RA. Sanki her hecesinde bir çağ, bir halk, bir savaş saklı. Ama bu isim, bugünkü biçimiyle, şehre ne Selçuklularla geldi ne de Osmanlı’nın yazılarına ilk girdiği gün doğdu. Onun geçmişi, kapılarını Roma’ya, Yunan’a ve çok daha eskilere kadar açıyor.

Bugün üzerinde yürüdüğümüz sokakların, altında binlerce yıllık taşların olduğu bu şehir, Roma döneminde Ancyra, ondan da önce antik Yunan'da Ankyra idi. Anlamı: çapa. Rivayet o ki, Frigya kralı Midas bir gün denizde bir çapa bulmuş ve tanrıların bir işareti sayarak bulduğu yere şehir kurmuş. Şehre de “çapa” adını vermiş. Masalsı ama hoş bir başlangıç.

Ama elimizde efsaneden daha fazlası da var. Mesela, Ankara’nın Ulus semtindeki Augustus Tapınağı. Duvarlarında bugün bile okunabilen yazıtlar var. Roma İmparatoru Augustus’un kendi elinden yazılmış vasiyetini içeren bu yazıtlar, Latince ve Yunanca dillerde... İşte orada, metnin başında olmasa da, şehrin adı yazılı: Ancyra. Bu yazıt, sadece imparatorun hayatını anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda Ankara’nın adının tarihteki ilk resmî taş belgelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Ardından Bizans geliyor, şehir büyüyor ama ad hep bir benzer biçimde sürüyor: Ankira, Ankura, bazen de telaffuzun ve yazının ruhuna göre başka hallere bürünüyor. Kilise tutanaklarında, harita nüshalarında hep bu ismin izini sürebilirsin. Ne Latincesi kayboluyor ne Yunancası. Şehir, adını hep taş gibi tutmuş.

Gelelim Türklerin bu topraklara adım atmasına. 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, büyük eseri Divânü Lügati’t-Türkte buradan “Engürü” diye bahseder. Şehir adeta bozkır ağzıyla yeniden yoğrulur. Bu telaffuz bir dönem öylesine kök salar ki, hem halk arasında hem bazı yazılı kaynaklarda Angora ve Engürü birlikte kullanılır. Zaten Batı da yıllarca şehri "Angora" olarak tanıdı. Ünlü tiftik keçisi, "Angora goat" adıyla dünyaya yayıldı.

Peki ne zaman “Ankara” oldu bu şehrin adı?

Bu sorunun cevabı, Osmanlı’nın kalemlerine, mühürlerine ve tahrir defterlerine kadar uzanıyor. 15. yüzyıldan itibaren “Ankara” ismi artık resmîleşmiştir. Zamanla “Engürü” geri çekilir, “Ankara” öne çıkar. Belki yazımı daha kolaydı, belki kulağa daha oturaklı geliyordu. Ama işin gerçeği şu: Bu şehir, adıyla birlikte bir imparatorluktan diğerine taşındı, ama ruhu da, kökü de hep aynı kaldı.

Bugün “Ankara” dediğimizde, çoğumuzun aklına gri binalar, memuriyet, siyaset gelir. Ama bu adın içinde çapanın ağırlığı, Midas’ın düşü, Augustus’un yazgısı, Bizans'ın fısıltısı ve Anadolu'nun dili vardır. Bu adı söylemek, sadece bir şehri değil, binlerce yıllık bir hikâyeyi telaffuz etmektir.

Ankyra’dan Ankara’ya uzanan bu serüven, bir şehir isminin nasıl bir tarihin çapasına dönüştüğünü gösteriyor bize.

Ve biz hâlâ o çapayla, Anadolu'nun tam ortasında, tarihin derin sularına bağlı duruyoruz.