Bizim kadınımız en çok üzüntüyü kıymet bilmemek kavramından çeker. Ömrü boyunca kocasına saçını süpürge etmiş, çocukları için her özleminden vazgeçmiş bir kadın olduğundan emin olmasına rağmen değerinin bilinmediğini düşünerek tamamlar hayatını.
Psikologlar başkası için saçını süpürge etmeyi, bir erkeğin etrafında dönerek istediği her şeyi yapmayı, kendi özlemlerini, isteklerini bastırmayı fedakârlık olarak görmüyorlar. Sıkı durun; buna “iletişimde başka yol bilmemek” adını takmışlar. Yani evinizde her şey kocanızın istediği şekilde yapılıyor ve ailecek aslında adamın hayatını yaşıyorsanız fedakâr bir kişiliğiniz olduğu için değil, adama çok değer verdiğiniz için değil, aşkınız, evliliğiniz, aileniz sizin için kendi isteklerinizden önde geldiği için değil, siz iletişim kurabilmek için karşınızdakinin isteklerini yapmaktan başka bir yol bilmediğiniz için bunları yapıyormuşsunuz psikologlara göre… Eskiden özgüven sorunlu derlerdi şimdi iletişim sorunlu kadın tipi oldu zavallı Türk kadını...
Özgüven sorunu ve iletişim kuramamak birbirleri ile bağlantılı, birbirlerinin sonucu olan insan dertleridir. Ama gerçek fedakârlık ile evliliği yürütmek için adamın her istediğini yapmaktan başka yol bilememek arasındaki fark nasıl anlaşılır? Evlilikte kendini feda etmek aslında yalnızlığa bir deva bulmaya çalışmanın, “Beni sevin” diye bağırmanın gizli bir yolu mudur? Adamın hayatında olabilmek için başka bir çıkar yol bulamadığımızdan kendimizi görünürlüğü yüksek bir şekilde hırpalamak mıdır? 
Yapmayı istediğiniz halde kocanız için vazgeçtiğiniz ne “fedakarlıklar” var hayatınızda? Saçınızın rengi sizin sevdiğiniz mi, onun istediği mi? Onun sevdiği renge boyamazsanız kocanız evde gözlerini televizyondan ayırmadan oturur, sabah size hoşça kal demeyi bile unutur, daha fenası restorantta gözleri yan masadaki kızlara kayar diye mi korkuyorsunuz?  Adama değer verdiğimiz için onun sevdiklerini yaptığımızı mı, yoksa “sevilmenin başka yolunu bilmediğimiz” için kendi isteklerimizi unutmayı mı seçtiğimizi nasıl bileceğiz? 
Aşk uğruna yapılacak en büyük fedakârlık nedir? Titanic filminin sonundaki sahnede olduğu gibi okyanusta tek kişiyi taşıyacak tahta parçasına sevgiliyi çıkarıp kendi adına ise buz gibi okyanusta donarak ölmeyi kabul etmek sadece filmlerde rastlanacak bir durum değil; depremlerle yangınlarla sarsılan ülkemizde insanımız böyle sınavlara hep çekiliyor. Sevdiği uğruna canını fena edebilmek te insan tasarımın algoritmasındaki bir tasarım kriteri. Ama içimizdeki eziklikler yüzünden veya adama kendimizi sevdirebilmek için her şeyi onun istediği gibi yapmak ta sağlıklı bir şey olmasa gerek.
Nesiller geçtikçe fedakârlığın tanımı da bir hayli değişiyor. Geçenlerde yabancı bir dergide tam bu konuda bir yazı okudum; basitçe diyordu ki “Eline kalem kâğıt al ve maddeler halinde yaz bakalım; bu hafta evinde hangi yemekleri yediniz; hangileri senin sevdiklerin, hangileri kocanın sevdikleriydi? Tiyatro ya mı sinemaya mı gittiniz, sen hangisini seversin? (Bence Türkiye’deki çoğu koca sinemaya da tiyatroya da gitmiyor).” Yazı böyle uzayıp gidiyor ve yaşadığınız bir haftalık zaman diliminde ortak hayatınızdaki tercihler arasında nelerin sizin, nelerin ise kocanızın istediğine göre yapıldığını ve bir haftayı aslında kimin hayatına göre yaşadığınızı kendi gözünüze sokmanızı sağlayacak bir kontrol listesine dönüşüyordu. Yani bütün soruları cevapladığınızda o hafta evinizde kimin hayatının yaşandığı da kabak gibi ortaya çıkıyordu.  
Yabancı dergideki bu yazıda verilen testi yazmaya gerek yok sayın okurlar; bizde haftalık program erkeğe göre yapılır. Onun sevdiği yemek pişer, adam zaten evliliğin ilk beş yılından sonra sinema veya tiyatro yerine kanepe TV kumandası ikilisinden yana oy kullandığı için ailecek sinemaya gitmek   için tutturduğunuzda yerinden kalkmadan “siz gidin” deyiverir. Benim gibi ülkede darbeler -ihtilaller ve bunların acılarını görmüş; yeter ki evde yemek pişsin ve tencerenin etrafında bir araya gelecek aile olsun da kimin sevdiği yemeğin piştiğinin önemi yok veya sevdiğim filme o akşam kocam gitmek istenmiyorsa başka zaman arkadaşlarımla giderim kuşağından olan kadın için o yabancı dergideki yazıda sorulan soruların çoğu entipüften ve önemsiz görünse de dilerim ardımızdan gelen kuşak için fedakarlığın göstergesi öylesi basit tercihler olabilir, dilerim o kuşak öyle şanslı bir hayat yaşasın ki böyle bir testle kendini sorgulamayı hiç eğreti bulmasın.