Cezayir asıllı 17 yaşındaki bir gencin kaçarken polis tarafından vurularak öldürülmesi ile patlayan Fransa’daki sosyal hareketler,...

Cezayir asıllı 17 yaşındaki bir gencin kaçarken polis tarafından vurularak öldürülmesi ile patlayan Fransa’daki sosyal hareketler, Avrupa ülkelerinde endişe ile izlenirken, en çok da ülkemizde heyecan yarattı, siyasal kesimler ve medya sözcüleri, bu olaylardan pay kapabilmek için adeta yarışıyorlar.

Yok Fransa’da diktatörlük varmış, yok Cumhurbaşkanı Makron’un faşizan tutumu olayların büyümesine yol açmış, yok İslam karşıtı politikalar sosyal patlamaya neden olmuş, yok olayları göçmenler büyütmüş, Türkiye’nin de başın göçmenlerden benzer felaketler gelebilirmiş…

Eylemciler, polislere, araçlara, binalara saldırıyorlar, yakıyor yıkıyorlar… Olaylar, diğer Avrupa ülkelerine de sıçrıyor. Günlerdir bu haberlerle yatıp kalkıyoruz, olayların önüne geçebilmek için polisin binlerce eylemciyi göz altına aldığını duyuyoruz ama, bir tek can kaybı olduğunu duymadık daha!..

Geçtiğimiz 2022 yılının sonbahar aylarında İran’da bir genç kızın ölümü ile başlayan olayları hatırlayalım: Günlerce, haftalarca süren çatışmalar, çok sayıda can kaybı, idam sehpalarında sallandırılan gençlerin görüntüleri…

Olayları işine geldiği gibi anlamlandırmak, dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan sosyal patlamalardan yararlanmaya kalkışmak, hiç kimseye bir şey kazandırmaz.Bu sosyal patlama, Fransa’da bir ilk değil ki!..Fransa’da 1968’lerde tutucu De Gaulle iktidarına karşı başlatılan öğrenci hareketleri, giderek büyümüş, işçi kesiminin de desteğini alarak ülke çapında ayaklanmalara, fabrika işgallerine ve genel grevlere yol açmıştı. Oradan da Avrupa ülkelerine hatta ülkemize kadar sıçrayan öğrenci hareketleri hızla siyasallaşmış, özellikle ülkemizde neredeyse bugüne kadar canımızı acıtan sağ-sol çatışmalarına dönüşmüştü.

O dönemlerde Almanya’da ortaya çıkan Bayder Meinhof, İtalya’dan dünyaya sesini duyuran Kızıl Tugaylar gibi terör örgütleri, ülkelerine zor günler yaşatmışlardı.Fransa’da altmış kişilik bir bilim kurulu oluşturulduğunu, sosyal patlamanın bilimsel yönleri ile araştırılarak çözüm formülleri geliştirildiğini ve çok geçmeden ateşin söndürüldüğünü hatırlıyoruz. Diğer Avrupa ülkelerinde de bizdeki kadar uzun sürmedi, o dönemlerin terörist örgütlenmeleri tarihe karıştı.

Ancak, o zamanlar kapitalist olarak adlandırılan Batı Dünyası ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ortasında bulunan Türkiye, her iki tarafın da açıktan sürdürdükleri manipülasyonlarla sosyal ve siyasal parçalanmalara sürüklenmiş, sol eğilimli kesimlerle sağcı yapılanmalar kıyasıya bir çatışmaya girişmiş, kardeş kardeşe kırdırılmıştı.Süreç içerisinde ülkemizde bu hareketler, etnik ve mezhep çatışmalarına dönüştürüldü, Alevi- Sünni, Kürt -Türk çatışmaları hortlatıldı, çok acı günler yaşadık, halen de yaşamaya devam ediyoruz.Fransa demokrasi’nin doğum yeridir. Demokrasi demek, hak, hukuk, adalet demek, barış ve kardeşlik içerisinde insanca yaşama düzeni demek…

1789 Fransız devrimini bilenler hatırlayacaktır, “Açız, ekmek bulamıyoruz” diyerek saray çevresine kadar gelen kitleler, Kraliçe Mari Antuanet’i ürkütmüş, yanındakilere “Ne istiyor bu insanlar?” diye sormuş. oradakiler de “Ekmek bulamıyorlarmış efendim” deyince, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” şeklindeki veciz sözleri ile demokrasi tarihine geçmişti.

Fransa’da bugüne kadar bir çok sosyal siyasal hareketlere tanık olduk. Devlet yönetimindeki en küçük hatayı kabul etmeyen Fransızlar, anında sokağa dökülürler. Çiftçiler traktörleri ile Paris caddelerinde eyleme kalkışırlar, hayvan sürüleri ile gösteri yaparlar, azınlıklar canlarını acıtan bir olay karşısında ortalığı ateşe verirler… Kendi ülkelerinde seslerini çıkaramayan göçmenler, hak, hukuk, adalet, demokrasi çığlıklarını, bu ülkede özgürce dile getirirler.Yok Fransa’da yabancı düşmanlığı varmış, yok İslamafobi hortluyormuş, yok Fransa ettiğini çekiyormuş…Göreceksiniz, Fransa’ya hiç bir şey olmayacak, birkaç gün içerisinde eski haline dönecektir.