Bodrum’da Güllük koyunda geçirdik bayram tatilimizi. Burada fiyatlar Bodrum’un yarısı ve şezlonglu plajlar bedava! Yani boş...

Bodrum’da Güllük koyunda geçirdik bayram tatilimizi. Burada fiyatlar Bodrum’un yarısı ve şezlonglu plajlar bedava! Yani boş bulduğunuz şezlonga oturdunuz diye arkanızdaki restorandan kişi başı en az birkaç yüz liralık yiyip içmek zorunda değilsiniz. Bodrum sahilleri için bu kadar inanılmaz bir durum ki Güllük’ün denizinde, kumunda, havasında bir sıkıntı mı var diye bakınıp durdum ilk gün.

Bizi bu kadar kapitalist yapmışlar! Öğrendik ki burada acar bir belediye başkanı var ve plajlara kesinlikle işletmelerin şezlonglarını koydurmuyor. Zaten yasa ile sabit olduğu üzere plajların deniz kenarından içeriye doğru ilk 100 metresi kamu malıdır. Sahil kenarındaki restoranlar, kafeler devlete işgaliye ödedikleri için kamu malı plajları gasp etme hakkına sahip değillerdir. Uygulamada bunun tersi ile hepimizi sindirmiş olsalar da paralı plaj diye bir kavram anayasaya aykırıdır.

Teşekkür ederiz Sayın Güllük Belediye Başkanı.

Bu koyda otelcilik tutmamış ve şimdiden üç yeni görünümlü otel kepenkleri kapatarak metruk bina olma yoluna girmiş. “O övdüğün Belediye Başkanı plajları yağmalatmazsa işte böyle otelcilik tutmaz, ilçeye turizm geliri gelmez” diyeceksiniz ama bence başka nedeni olmalı. Burada yazlıkçılık kavramı bir şekilde otelciliği yenmiş, yoksa bir hayli kalabalık… Güllük marketlerinde de bayramda tavuk but, kanat veya tavuğa ait herhangi bir parça et bulmak mümkün olmadı. Bayramdan iki gün önce soslu ızgara tavuk kanat tabağını çok beğendiğimiz salaş yere bayram boyu her gün gidip sordum, kanat hiç gelmedi. Hepsi bedava plajlara çoluğunu çocuğunu kapıp gelmiş ailelerin mangallarında pişiyor… Bu bayram koyunlarla beraber binlerce de tavuk hayatını kaybetmiş.

Bodrum sınırları içinde deniz kenarında balıklı güzel bir yemek yiyip, iki tek attığınız masadan kalkışta makul bir rakam ödemeye bünyeniz ve cüzdanınız o kadar alışkın değil ki bu durumla karşılaştığınızda garip bir eksiklik hissediyorsunuz (yemediğiniz kazığın etkisi olabilir), Güllük’te ilk günlerde bunu sıklıkla hissettik, sonra geçti. Burada rahatça taksi bulabiliyorsunuz ve normal ücret ödüyorsunuz, taksicilere yüksek tansiyonunuz nedeniyle sıcakta kısa mesafeleri yürüyemediğinizi açıklamanız gerekmiyor, söylenen taksici yok. 44 TL ödediğim taksi şoförü sohbet esnasında dedi ki; meğer buranın oksijeni çok bolmuş. Kibar şoföre söyleyemedim ama bol oksijen insan beynini hafif sarhoş edip sakinleştirir, demek ki o yüzden ailecek geceleri mışıl mışıl uyuyormuşuz; ben sahil kenarında ucuza rakı-balık bulduk ta götürdüğümüz kadehler yüzünden böyle deliksiz uyuyoruz sanıyordum yanılmışım.

Fakat Bodrum koylarının bu kadar yağmalanmasına neden kimse bir şey yapmıyor? İptidai teknelere doluşup öğlen köfte ve haşlanmış makarna ile karnımızı doyurduğumuz, cennet sularına dalıp kendimizi çok iyi hissettiğimiz o güzelim koyların neredeyse hepsinde büyük yapılaşmalar başlamış. Her koya kocaman bir otel konduruluyor, bu yaz yüzdüğümüz koylarda gelecek sene yüzemeyeceğiz, seneye bizi kocaman iskeleler ve koy çıkışına kadar kapatılmış denizler karşılayacak, koylara sokulamayacağız bile. “Kardeşim burası kamu malıdır, ne hakla benim bu koya girip yüzmemi engellersiniz?” diyebileceğimiz bir muhatap veya makam bulamayacağız? Bir ülkede nasıl olur da bedava olması gereken güzellikler sadece zenginlerin elinde olur? Bodrum’un güzel havası, suyu, denizi hangi yasayla zenginlere peşkeş çekilir? Birkaç seneye o cennet akvaryum koylar pislik içinde bulanık sulara dönüşecek ve iskelede oturup pahalı marka mayoları ile güneşlenen kişilere has tatil köyleri olacak. Bu işte hakikaten bir yanlışlık var. Koylar birbiri ardına büyük otellere dönüşüyor ve biz hepimiz yine seyrediyoruz.

Cumartesi günü Kabotaj Bayramı kutlandı. Kutlamalar sabah erkenden başlamış, ben hem çocuk uyuduğu hem de çok sıcak olduğu için seyretmeye gidemedim ama çok keyifli geçiyormuş, Yağlı Direk yarışması her sene yapılırmış, bu yarışma şöyledir; iskelenin ucundan denize doğru bir ahşap telefon direği uzatılıyor ve iyice yağlanıyormuş, direğin en ucunda da bir Türk Bayrağı… Direğin ucuna kadar düşmeden gidip bayrağı alabilen kişiye bir Milas halısı hediye ediliyormuş. Ben Milas halısına hasta olurum. Evimde bir 25 yıllık eski olmak üzere 3 Milas halım var. Yağlı direk yarışmasına kesin katılmalıyım dedim ama henüz şişkoluktan çıkamamış halime şöyle bir bakan taksi şoförü beni ciddi zannetti ve yarışmanın aslında ne kadar tehlikeli olduğunu, insanların direğin üstünden suya düşerken kollarını bacaklarını direğe çarpıp incitebildiklerini söyledi.

Kabotaj bayramının denizcilik bayramı olduğunu herkes bilir ama 1 Temmuz, anlamı en az bilinen bayramlarımızdandır. “Kabotaj” bir ülkenin kendi denizlerindeki limanları işletme hakkıdır. Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarında parasız kalıp bu hakkı da yabancı ülkelere satmıştı; yani kendi ülkemizde kendi limanlarımızı işletemiyorduk. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti bunu kabul etmedi ve Lozan Antlaşmasıyla kapitülasyonlar kaldırılarak Türkiye yeniden kabotaj hakkına kavuştu. İşte biz her sene 1 Temmuz Kabotaj Bayramında limanlarımızın işletme hakkını geri almış olmamızı kutluyoruz.

Koyları yağmalayan zenginlere ve peşkeşçilerine çok söylendik ama bu halimize şükretsek mi ki? Hani bir gün Bodrum’a geldiğimizde limanlarımızı yabancıların işletmeye başladığını görüp “Keşke sadece koylar yağmalansaydı!” demeyiz inşallah.