Ankara’da büyük bir marketten eşimle birlikte sebze-meyva reyonundan seçtiklerimizi tarttırmak için itelediğimiz market arabasıyla başlarında birer genç kız görevlinin bulunduğu iki tartı tezgahının yanına geliyoruz, görevli kızlar, müşterilerinin uzattığı şeffaf poşetlerdeki ürünleri tartıp, üzerlerine ücret barkotlarını yapıştırıp sahibine uzatıyorlar.


Bizim geldiğimiz tartı tezgahının başında 50’li yaşlarda irice yapılı yabancı kökenli olduğu anlaşılan bir adamla, yine iri yapılı kapalı bir kadın, seçtikleri şeffaf poşeterdeki ürünleri tarttırıyorlar, son olarak kocaman bir karpuz uzatıyor adam tartıcı kıza, tartıp ücret barkotunu karpuzun üzerine yapıştırıyor, adama uzatıyor, adam yarım yamalak bir türkçesi ile “Bunu büyük poşete koy” diyor, kız, “Poşeti kasadan geçerken alacaksınız” diyor, adam sertleşiyor, “Burada bunu poşete koyacaksın” diye dikleniyor. Tartışma uzuyor.
Yandaki diğer tartı cihazında ürünlerini tarttıran bir müşteri var, onun arkasında da yazlık giysileri ile bir polis memuru, pür dikkat benim önümdeki yabancı adamla tartıcı kızın tartışmalarını göz ucuyla izliyor. Ben sıramı beklerken adamın küstahça davranışlarından sıkılıyorum, üstelik bizi ve sırada sessizce bekleyenleri umursamıyor, “Bu karpuzu poşete koyacaksın” diye diretiyor.
Görevli kız, “Efendim, burada poşet yok, kasadan geçerken alacaksınız” diyerek adeta rica ediyor, adam daha da sertleşiyor, “Konuşma fazla, bu karpuzu poşete koyacaksın” diye azarlıyor.
Dayanamayıp, biraz da karşıdaki polis memurundan cesaret alarak adama yumuşak bir dille, “Bu kızların görevi, önlerine gelen ürünleri tartıp ücret barkotunu üzerine yapıştırmak” diyorum, bana daha sert bir şekilde çıkışıyor adam, “Akıl verme bana, bunu satıyorsa poşetini de verecek” diyor, “Burada sıra bekliyoruz ama” diyorum, “Bekleyeceksin” diye küstahlaşıyor.
Görevli kız, telaşla tartı cihazını, karpuzu ve diğer ürünleri bırakarak gidiyor, bekliyoruz, öteki tartı görevlisi kızın yanında aldıklarını tarttıran polis memuru, sessizce göz ucuyla adama bakıyor, boşuna bekliyorum ağzını açıp adama küçük bir müdahalede bulunmasını...
Az sonra görevli kız telaşlı bir şekilde elinde bir poşetle geliyor, karpuzu poşetleyip adama teslim ediyor, adam aldıklarını toparlayarak bir zafer edası ile uzaklaşıyor.
Görevli kızın gözleri dolu dolu, ağlamaklı, bizim poşetleri tartmaya başlıyor, onu teselli edecek bir şeyler söylemek istiyorum, “Demek ki onun geldiği ülkede alış verişler böyle yapılıyor, Türkiye’yi de kendi ülkesi gibi sandı” diyorum. Suriyeli mi, Afgan mı, Iraklı veya İranlı mı, orasını bilemeyiz.


Oysa adam, bir poşet bahanesiyle kavga çıkartmak istiyor gibi öfkeli, küstah ve saldırgandı, azıcık daha diklensem, ortalık karışacaktı. Yan tarafta bekleyen polisin müdahalesini ise boşuna beklemiştim, sessizce ürünlerini tarttırıp gitti.
Arkamda sırada bekleyen bir kadın müşteri, hafif bir ses tonuyla, “Allah bunları başımıza bela edenlerin müstehakını versin” diyor.
Sığınmacı mı, göçmen mi, mülteci mi ne dersek diyelim, yurdun bir çok yerinde özellikle yoğunlukta bulundukları kentlerde ve semtlerde son zamanlar sık sık bunların çıkardıkları kavga, cinayet, toplumsal haberlerle içimiz kararıyor.
Ülkelerinde savaşlar var, canlarını kurtarmak için ülkemize sığınıyorlar diye bir yandan insani tarafımız sızlıyor ama, bir yandan da neden kendilerine kucak açan bir ülkeye, o ülkenin insanlarına bu kadar saygısızlar, öfkeliler, saldırganlar diye düşünüyorum.
Hemen aklıma, 1986 yılında PKK’li teröristler tarafından kendilerine kucak açan İsveç Başbakanı Olof Palme’nin öldürülmesi olayı geliyor. Olof Palme, İsveç’in başkenti Stokholm’de PKKli teröristler tarafından düzenlenen suikast sonucu öldürülmüştü.
Üstelik gittikleri ülkelerde de sürekli sorunlar sıkıntılar oluşturdular. Bugün Avrupa ülkelerinde sık sık yaşanan Kur’an-ı Kerim yakma olaylarının, İslam karşıtı eylemlerin, bugünkü siyasilerin deyimi ile İslamafobi’nin hortlamasının ana sorumluları, tamamen o ülkelere kaçan Ortadoğulu sığınmacılar, mülteciler, göçmenlerdir diyebilirim.


Yine 1980’li yıllarda İngiltere’de yaşayan Hint asıllı müslüman yazar Salman Rüşti’nin yazdığı Şeytan Ayetleri adlı kitabı da oldukça sıkıntı yaratmıştı. Özellikle İran devriminin molla lideri Humeyni’nin “Salman Rüşti görüldüğü yerde öldürülmelidir” şeklindeki fetvaları, islamcı terör gruplarını harekete geçirmiş, gittikleri ülkelerde terör estirmişlerdi.


Suriye savaşının patlak vermesi ile Ortadoğu ülkelerinden batı ülkelerine başlayan mülteci akınındaki olağanüstü artışlar, Avrupa’nın tedbirler almasına yol açtı, Türkiye’ye “Para yardımında bulunalım, bu mültecileri bize göndermeyin” dediler, milyonlarca Suriyeli, bundan cesaret alan Afganlı, Pakistanlı, Iraklı, hatta Afrikalı Müslümanlar, Türkiye’ye doldular.


Siyasiler, bu yabancı sığınmacılar meselesine popülist pencerelerden bakıyorlar, kimisi oraya çekiyor, kimisi buraya, bilimsel bir çalışma yapan, gerçekçi bir vizyon ortaya koyan yok. Umarız ve dileriz ki bu sıkıntılar, ülkemizde giderek daha ciddi sorunlara yol açmasın.