Zafer’de yayınlanan ‘35 Yıllık Gazetemize Veda’ başlıklı son yazımın ardından bir kaç gün geçti, burada yazamadım, aylık gazetemizin son sayısını hazırladık, bastırdık ve postaladık, Zafer’deki gazetemizle ilgili yazımı ve 35 yılı özetleyen veda sayısını, sosyal medyada da paylaştık, çok ses getirdi, hüzün verici anılar, üzüntüler, dilek ve temenniler gönderildi.
Yoğunluğumu böylece üzerimden atınca dün sabah ilk işim, günlerdir ihmal ettiğim sabah yürüyüşüne çıkmak oldu ve yürüdüm, iki km. kadar yolu kat edip günlerdir merak ettiğim karpuzlarıma kadar ulaştım.
Başkent Ankara’nın göbeğinde, işlek bir yolun kenarındaki kaldırımın dışında kalmış bir avuç toprak üzerinde kendiliğinden türemiş haftalardır takip ettiğim karpuzları, bir an önce görebilmenin heyecanını yaşıyorum, ilk gördüğümde bir kilogram kadar büyüklükte bir karpuz ve diğer dallarda ceviz büyüklüğünde veya yumurta kadar karpuzlar vardı, tatlı yeşil ve beyaz benekli renkleriyle ne kadar büyümüşlerdi, acep ne haldeydiler?!..
Yürüyüş yolumuz, GATA karşısından başlıyor, yeni hizmete giren Etlik Şehir Hastanesi kampüsü dışından devam ederek süs bitkileri ve gül fidanları arasından ilerleyerek iki km. sonra Antares AVM’ne kadar devam ediyor.
Yürüdüm, Antares AVM’nin karşısındaki köşede bulunan küçük büfenin arkasından sola dönerek henüz kaldırımları yapılmamış yol kenarından yirmi-otuz metre kadar ilerledim, yeni açılan küçük bir ara yol inşaatından kalma enkaz toprak üzerine yayılmış karpuz bitkilerine ulaştım. Uzun süredir yağmur filan da yağmıyordu, belki de sararmış solmuş, kurumuş dalları ile karşılaşırım diye düşünüyordum ama, dört beş kök karpuz bitkisi, yeşil ve karmaşık yaprakları ile engebeli toprak üzerine yayılmış şekilde beni sevgiyle ve buruk bir hüzünle karşıladılar. Aralarında bir kaç domates bitkisi var, onlar da boynu bükük, hüzünlü, dallarındaki bir kaç küçük yeşil domates de koparılmış...
Yaşamının ilk yılları karpuz ve sebze tarlalarında geçmiş bir köy çocuğu olarak, geçen defa geldiğimde görür görmez heyecanlandığım, resmini de çektiğim bir kilo kadar büyüklükteki karpuzu arıyorum, en azından dört beş kilo olmuştur diye düşünüyorum ama yok, yine o zaman diğer dallarda gördüğüm küçük karpuzlar da biraz büyümüştür diye düşünürken. onlar da gitmiş, ancak birisi yumurta kadar, diğerleri ceviz büklüğünde bir kaç karpuz, yeniden can bulmuş dallarda...
Çevreye bakıyorum, bir kaç metre ileride toprak üzerine savrulmuş, olgunlaşmadan herhangi bir şekilde ezilmiş, parçalanmış karpuz kabukları görüyorum.
O kadar üzülüyor ve kızıyorum ki bu duyarsızlığa, bu kafasızlığa, toprak ananın bu mucizevi ikramlarına yapılan bu vefasızlığa... Size ne zararları var, neden kıyarsınız bu sevimli yeşil canlara, ezip parçalayıp geçersiniz?.. Bıraksanız, büyüsüler, kucak dolusu olup ihtiyaç sahibi birilerinin ekmeğine katık olsalar!..
Keşke diyorum, ilk gördüğümde imkanım olsaydı da karpuzun başına bir bekçi dikebilseydim, o karpuzların her gün büyüyüp gelişmesini, olgunlaşmasını adım adım izleseydim, toprak ananın o mucizevi bereketini duyarlı duyarsız tüm insanlara gösterebilseydim, anlatabilseydim...
Karpuz bitkilerinin arasında bir kaç da domates bitkisi var, onlar, toprak üzerine yayılmış karpuz dalları arasından yirmi otuz santim kadar yükselmişler ve dallarında fındık kadar, ceviz kadar yemyeşil domatesler vardı, onlar da olgunlaşmadan koparılmışlar, dikkatle inceliyorum, çok küçük bir iki domates tomucuğu daha görebiliyorum dallarında.
Hadi domates olgunlaşmadan, yeşilken de yenebilir ama, ya karpuzlar!.. Marketlerde, manavlarda kilosu sekiz on liraya satılan, on-onbeş kiloluk karpuzları artık her vatandaş satın alıp yiyemiyor, bıraksaydınız, büyüselerdi, kendi ellerimizle en çok muhtaç olanlara ikram etseydik...
Sanıyorum, yol yapımı sırasında orada çalışan işçiler, karpuz domates vesaire ile karınlarını doyurmuşlar, karpuz ve domates parçacıkları, çekirdekleri toprağa düşmüş ve bu bir avuç toprak üzerinde sevimli bitkiler can bulmuştu, ‘Toprak Ana’nın bereketi fışkırmıştı ama, bizim zavallı insanımızın küçük beyinleri, bu mucizeleri algılayacak erdem ve zekaya sahip değildi ki, onlara sanki bir öfkeleri varmış gibi ayakları ile ezip civara saçmaktan da zevk almış olmalılar, yazıklar olsun.
Toprak Ana o kadar bereketli ki, hele de güzel Anadolumuzda, taşı diksen taş yeşerecek ama hiç kimse O’nun değerini kavrayamıyor.
Sonra da bu cennet vatanımızda ele güne muhtaç yaşayıp gidiyoruz, ne kadar acı...