Reçetedeki ilaçları almak için eczaneye girdim, kırk yaşlarında, zayıf uzunca boylu bir kadın parmakları arasında tuttuğu küçük bir ilaç şişesini eczane görevlisi kadına gösteriyordu. Elli yaşlarındaki eczane görevlisi, raflardan ilacı bulup getirdi, kadın “fiyatı ne kadar?” diye sordu, “120 lira” dedi. Ben ilacını alıp gitmesini beklerken kadıncağız durakladı, eli cüzdanına gitti geldi, mahçup şekilde eczane görevlisine doğru eğilerek, “Oluru yok mu bunun?” diye sordu, yanıt alamayınca da cüzdanını karıştırıp parayı tamamladı, ilacı alıp gitti.

Dayanamadım, eczane görevlisi kadına, “Memleketin geldiği şu hale bakın, insanlar ilaç için de pazarlık yapıyor artık, hem de topu topu 120 liralık ilaç!” dedim.  “Bir dokun bin ah işit” dedikleri gibi eczane çalışanı kadın, “Ohoooh, biz daha neler görüyoruz neler” dedi, sonra da ekledi; “Şu sokakta çöp kutularını karıştıran insanlara rastlıyoruz”.Ben de torunumun rahatsızlığı için yazılmış resmi reçedeki ilaçları aldım, 450 lira fark varmış, ödeyip ayrıldım.

Her alış-verişte pazarlık yapılır. Alıcılar bir kaç kuruş kar edebilmek için, satıcılar da malını satabilmek uğruna biraz indirim yaparlar, ama ekmek gibi, dolmuş gibi, ilaç gibi sabitlenmiş ücretlerde pazarlık yapıldığına pek rastlanmaz.
Toplumlardaki bu pazarlık alışkanlığı yoksulluktan mı, satıcıların ahlaksızlığından mı kaynaklanıyor diye düşünüyorum. 1997 yılında Başbakan Erbakan’ın hac ziyaretine basın müşaviri olarak katılmıştım, yol hazırlıkları yaparken tecrübeli hacılar, “Arabistan’da alış-verişlerinizde mutlaka pazarlık yapın, fiyatını üçte bire düşürmeden almayın” diye uyarmışlardı ve gerçekten “Kem Riyal hacı?” (Kaç Riyal) diye soruyorduk, parmak işaretleri ile filan fiyatı öğreniyor, pazarlığımızı yapıyorduk, örneğin üç yüz Riyal olan bir şeyi, yüz Riyal ücretle alıp çıkıyorduk. Hatta aldığımız ezan okuyan o saatler, parıl parıl parlayan kahve takımları, kap kacak hediyelik eşyalar, Ankara’ya getirdikten bir kaç ay sonra tenekeye dönüşmüş, paslanmıştı. Arabistan’daki örnek, piyasaların ve esnafın ahlaksızlığydı, yoksullukla zenginlikle ilgisi yoktu.

Ancak, bir de Fransa hatıram var ki, bu sorunun tamamen medeniytle ilgili olduğunu gösteriyor.
Bir Fransız arkadaşımla Paris’ten çıkmış, şehirler arası yolculuk yapıyorduk. Masraf olmasın diye otoyola girmemiştik, ücretsiz yollardan devem ediyorduk. Bir köyden geçerken asfalt yol kenarında küçük bir markete rastlamıştık, bizdeki bakkal dükkanlarını andırır bir market.  Arabadan indim, marketin kapısını iteledim, üstündeki çıngırağa çarparak açıldı, çıngırağın sesi ile market görevlisinin ortaya çıkmasını bir süre bekledikten sonra baktım kimse yok, “Madam, mösyö” diye seslendim, baktım gelen giden yok, arabaya döndüm.

Fransız arkadaşıma markette kimse yok dedim, o da arabadan indi, birlikte markete girdik, alacaklarımızı aldık, üzerlerinde ücretleri yazıyordu, hesapladık, parayı tezgahın üzerine bırakarak ayrıldık. Hz. Muhammed (s.a.v.)’ye “Din nedir?” diye sormuşlar, “Din güzel ahlaktır” diye yanıtlamış. O halde aradan geçen bin dört yüz yılda, halen biz Müslümanlar, naden o güzel ahlaka ulaşamamışız, bu kadar düzensiz, disiplinsiz, ahlaksız toplumlar olarak yaşıyoruz, anlamak mümkün değil. Allah’ın verdiği aklımızı kullanarak, kendi kendimizi sorgulayarak, güzel ahlaka doğru ilerlememizi diliyorum.