Bazı olaylar vardır; anlatılır ama adı konmaz. Yazılır ama özü eksik bırakılır. Anılır ama hafızaya tam yerleşmez. 1978 Aralık’ında Maraş’ta yaşanan da tam olarak budur. Yıllardır “Maraş Olayları” denilerek geçiştirilen, kelimelerle yumuşatılan, faili ve hedefi buharlaştırılan bir katliam.

Soğukkanlı olalım. Belgelerle, tanıklıklarla, zaman çizelgesiyle konuşalım.

1978’in Aralık günlerinde Kahramanmaraş’ta yaşanan şiddet, kendiliğinden patlamış bir öfke değildir. Rastlantısal değildir. Komşular arası bir kavga hiç değildir. Günler öncesinden yayılan söylentilerle, organize edilen kitlelerle, hedefi belirlenmiş evlerle ilerleyen bir linç sürecidir. Ve bu sürecin hedefi nettir: Alevi yurttaşlar.

Evler rastgele basılmadı.
Mahalleler tesadüfen seçilmedi.
Öldürülenler “yanlış yerde bulunanlar” değildi.

Alevi oldukları bilinen ailelerin evleri işaretlendi. Aynı sokakta Sünni ve Alevi komşular varken saldırılar yalnızca bir tarafa yöneldi. Kadın, çocuk, yaşlı ayırt edilmedi. Evler yakıldı, insanlar diri diri öldürüldü. Bu, mezhep kimliği üzerinden yürüyen bir yok etme pratiğidir. Bunun adı başka bir şey değildir.

Sıkça başvurulan “komünist provokasyonu” söylemi, dönemin klasik örtü dilidir. Alevilik, o yıllarda olduğu gibi bugün de, kimi siyasal akıllar için kolay hedef olmuştur. “Dinsiz”, “sapık”, “tehlikeli” gibi etiketlerle meşrulaştırılan şiddet, aslında çok daha eski bir fay hattının üstünde ilerlemiştir. Maraş’ta patlayan, ideolojik değil; mezhepsel bir nefrettir.

Devlet meselesine gelince…
Bu noktada da soğukkanlı olmak gerekir.

Güvenlik güçlerinin geç müdahalesi, kimi yerlerde hiç görünmemesi, sıkıyönetimin zamanında ilan edilmemesi; katliamın büyümesine doğrudan etki etmiştir. Bu bir “kontrol edilemeyen kalabalık” hikâyesi değildir. Devletin seyirci kaldığı, hatta kimi unsurlarıyla göz yumduğu bir toplumsal kırılmadır. Bu gerçek, yıllardır resmi dil tarafından ustalıkla bulanıklaştırılmıştır.

Bu yüzden kelimeler önemlidir.

“Maraş Olayları” derseniz,
— olay olur, fail olmaz.
— karmaşa olur, hedef kaybolur.
— acı olur ama sorumluluk dağılıp gider.

“Alevi katliamı” dediğinizde ise,
— hedefi söylersiniz,
— niyeti açığa çıkarırsınız,
— hafızayı yerine oturtursunuz.

Doğru tanım şudur ve başka yolu yoktur:
1978’de Maraş’ta, Alevi yurttaşları hedef alan bir katliam yaşanmıştır.

Bu cümle serttir ama sakindir.
İddialı değildir ama gerçektir.
Kimseyi kışkırtmaz ama kimseyi de rahatlatmaz.

Çünkü mesele geçmişle hesaplaşmak değil sadece; geleceği korumaktır. Adı doğru konmayan her katliam, bir sonraki için zemin hazırlar. Hafızası eksik bırakılan her acı, tekrar eder.

Maraş’ta olan biten, Türkiye’nin aynasıdır.
Bu aynaya bakmadan “birlik” konuşmak kolaydır.
Ama dürüst değildir.

Ve bazen,
barışın ilk şartı,
acıya doğru adını koyabilmektir.