Konuğum çok yakından tanıdığınız, iyi bildiğiniz Murat Sururi Özbülbül. Muratcığım hoş geldin. Şimdi aslında bu programı ve içeriği uzunca bir süredir konuşmaya karar vermiştik Murat'la. Hatta önce birlikte yaptığımız demedik demeyin programı formatında çekelim dedik. Ama anlaşılan o ki ikimizin de dili çok şişik bu konuda. Biz birbirimizin lafını sözünü keseriz. Anlaşılır olmaktan da çıkar konu diye düşünmedik değil.
Onun için hem çok özgün ve müthiş gizem barındıran bir konu bu. O açıdan gizlerinin peşinde formatına da çok uygun. Bu kez ben kısmen susmayı, Murat'ı konuşturmayı tercih edeceğim. Konumuz Hazarlar, Hazar Türkleri, Hazar Hanlığı. Bu haliyle çok magic durmuyor ama anlaşılan sohbetin sonunda belki de devamını yapacağız. Bu programın öyle anlaşılıyor. Sonunda aslında ne kadar çok daha doğrusu çok önemli bir konu olduğunu birlikte göreceğiz diye düşünüyorum.
Evet Murat, herhalde bizi 7. yüzyıla kadar götüreceksin öyle bir şey gibi görünüyor. Aslında bundan yaklaşık 1300-1400 yıl geride kalmış bir devletin bugün ne önemi var?
*Aynı coğrafyayla pek aynı coğrafyayı da paylaşmıyoruz. Yok bizim coğrafyayla örtüşen bölümleri var ama. Daha sonra olacak. Van'dan başlayan bir şey var. Çok geçmişte kalmış. Bugün bu işte 16 Türk devletinin arasında bayrağı vardır. Başka da fazlası şeyi yoktur. İsmi cismi geçmez. Öyle bir bayrakta görür geçiririz. Şimdi Hazar Hanlığı çok önemli bir devlettir. Hazar devleti bir kere çok büyüktür. Yani bugün Ukrayna dediğimiz coğrafyadan başlar. Hazar Denizi'nin batı kıyıları ve doğusuna kadar yayılır.
-Muratcığım rivayet muhtelif. Aslında bir sürü harita var. Neredeyse Macaristan'la İdil arasında. Aşağıda da Anadolu'nun üçte birini de içine alan yukarıda Kiev'e kadar uzanan müthiş bir coğrafya.
*Bu imparatorluk çok zengin bir imparatorluk. Niye zengin? Şimdi herkes İpek yolunu, Baharat yolunu bilir. İsmini duymuştur. Güzergahını pek bilmezler. Aslında İpek yolunun ana güzergahlarından bir tanesi Hazar'ın kuzeyinden ve Karadeniz'in kuzeyinden geçen yoldur. Ve bu çok büyük bir ticaret rotasıdır. Bu doğal olarak Hazarların denetiminden geçiyordu. İkincisi, ismi pek bilinmeyen Kürk yolu ve Altın yolu vardır. Çünkü bu çok telaffuz edilmez. Şimdi Kürk deyince bugün işte moda düşkünü hanımlarımızın, doğayı da çok dikkate almayan hanımlarımızın kullandığı Kürkler, pahalı Kürkler falan konuşulur ama o dönemde Kürk bir iktidar simgesiydi. Yani bizde mesela bilirsin Osmanlı'da samur hilat giydirilir. O kadar kıymetli bir şeydi. Geniş tarım toprakları, çok varsıl bir devlet. Müthiş bir hayvancılık. Müthiş bir hayvancılık. Yani her şey ile çok varsıl ve yerleşik bir devlet. Çok uygar bir devlet. Kuzey'den geliyor. Deniz yollarını kullanarak. Deniz yollarına, nehir yollarına Don Volga var. Bunlar yukarı Kuzey'in o Kuzey ormanlarından gelen o zamanlar. Bunlar olduğu zaman işte Rusya, Portakal'da vitamindi. Böyle bir zenginlik beldesinden bahsediyorum. Mesela İbn-i Fadlan bu bölgeyi Halife'nin emriyle gezdiği zaman zenginliğinden gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Anlata anlata bitiremez.
Bu İpek yolunun iki ucu bir tanesi Sibirya'nın derinliklerinden geliyor. Çin'den gelir Hazar'ın Kuzey'i geçer. Sonra Karadeniz'e iniyor. Kırım'a iniyor. Karadeniz'den Güney'e iner. Akdeniz'e iniyor. Oradan İngiltere'ye iner. Ve gene Karayolu'ndan Avrupa'nın zengin coğrafyalarına gelir. Roma'ya kadar gider. Şimdi aslında geniş bir ulaşım ağı vardır. Baharat yolu işte Güney'den gelir. Gemilerle Basra Körfezi'ne çıkar. Kızıldeniz'e çıkar. Oradan kervanlarla veya kısa kervan yolculuklarıyla tekrar Akdeniz'de gemilere yüklenir. Oradan dağılır. Ama İpek yolu dediğimiz ismine devrin en kıymetli malzemesi olan İpek'ten alan bu yol ağırlıklı olarak şeyden geçer. Kuzey'deki düz alanlardan geçer. Burada Anadolu'dan geçtiği çok konuşulsa dahi Anadolu'nun doğusu oldukça sarp dağlarla, geçit vermez dağlarla örtülü olduğu için oradan böyle kervanların yılın çoğu zamanı geçmesi mümkün değildir. Bunların hepsini bir kenara yazalım. Aslında bunlar bize Hazar'ın zenginliğini anlatan şeyler.
Hazarlar bu kadar zengin olunca bu 7-8. yüzyıllarda ortaya iki tane süper güç var. Bir tanesi Halifelik, İslam Halifeliği. İkincisi Ortodoks Patrikliği. Bir tanesi karargahını, daha doğrusu başşehri Konstantinapol ve herkesi hükümranlığı altına almak istiyor. Bu arada Hazarlar hükümdarlığı altına almak istiyor. Diğeri ise Bağdat'taki halife. Bu da bütün toprakları, biliyoruz Türkistan'a yapılan Arap akınları kendi hükümranlığı altına almak istiyor. Bu arada Arap orduları Kafkaslara geçip Hazarların egemen olduğu bereketli topraklara da gitmek istiyorlar. Fakat Hazarlar işgalci Arap ordularını yaklaşık 100 yıl Kafkas dağlarına çiviliyor, geçemiyorlar. Bu mesela ileriki yıllarda dünya dengelerini de değiştirecek bir olaydır. Bu Arap yayılması orada kesiliyor. Fakat iki tarafta çok büyük baskı yapıyor. Bir taraf diyor ki sen Müslüman ol. Diğer tarafta diyor ki sen Hristiyan ol.
Hazar kağanı bunlara dünya diplomasi tarihine geçecek bir cevap veriyor. Bizde diyor bu işlere Kurultay karar verir. Eğer temsilcilerinizi yollayın, Kurultay da kendi inancınızı anlatsın. Biz Kurultay neye karar verirse biz o dine geçeriz diyor. Tamam diyorlar. İşte İslam halifesi bir din alimi, bir imamı yolluyor. Ortodoks kilisesi Fener Patrikhanesi bir patriği yolluyor. Bir tane de hahambaşı çağırıyorlar Hazarlar. Şimdi üçü Kurultay'ın önünde bir araya geliyor. Kağan diyor ki hoş geldiniz, şeref verdiniz. Lütfen dininizi, inancınızı anlatın. Kurultay buna göre özgürce karar versin diyor. İlk sözü müsaade ederseniz ilk geldiğinde hepinizin mutabık olduğu işte Musevi temsilcisine verelim diyor. Herkes tamam diyor.
Musevi temsilcisi hahambaşı çıkıyor diyor ki bakın diyor bizim Rabbimiz bir, Allah'ımız bir diyor. Peygamberimiz Musa'dır. İbrahim oğullarındanız diyor. İşte kitabımız Tevrat'tır. Kimsenin bunlara itirazı yok. Kitabımız Tevrat'tır diyor. İşte Tevrat'ın maddeleri. Öldürmeyeceksin, çalınacaksın falan filan. Kurultay'da alkışlıyorlar, teşekkür ediyorlar anlatısından dolayı yerini oturtuyorlar.
Kağan diyor ki şimdi ikinci sırada geldiğine ittifak ettiğiniz İsa peygamberinin temsilcisi Hristiyan piskoposu konuyu anlatsın diyor, inancını anlatsın diyor. Ve neticede piskopos çıkıyor. Biz diyor Yahudilerle, Musevilerle aynı Tanrıya inanırız diyor. Kitapları kitabımızdır. Musa bizim de peygamberimizdir. Peygamber diyor, peygamberimizdir diyor. Ama işte tahrif olduğu için, yolundan çıktığı için diyor Mesih olarak İsa peygamber gelmiştir İncil'i getirmiştir. Tevrat artı işte kendi hikayeleri. Biz diyor onların kurallarına aynen uyarız diyor. Tevrat'ta yazan kurallar bizim de kurallarımızdır diyor. Kendi özelliğinde inancını anlatıyor. Onu da alkışlıyorlar. Tebrik ediyorlar, çok güzeldi diyorlar.
Ve son olarak diyor, Muhammedilerin temsilcisi imam gelsin dilini anlatsın diyor. İmam efendi çıkıyor diyor ki, Yahudilerle Hıristiyanlarla biz aynı Allah'a inanırız. Orada bir tartışmamız yok diyor. Peygamberleri peygamberimizdir. Hem Hazreti Musa bizim peygamberimizdir kitabımızda geçer. Hem Hazreti İsa bizim peygamberimizdir kitabımızda geçer. Aynı soydan geliyoruz. İbrahim oğullarından geliyoruz. Kitapları kitabımız, peygamberleri peygamberimizdir lakin diyor, kitapları bozulduğu için, dinleri bozulduğu için son peygamber olarak Hz. Muhammed gönderilmiştir, son kitap olarak da Kur'an-ı Kerim gönderilmiştir. Bizim kitabımızın da işte budur, anlatıyor. Onu da alkışlıyorlar. Kurultay, dünya diplomasi tarihine geçecek bir karar veriyor. Bu, Türk zekası ve Türk diplomasi tarihinin şahane hikayelerinden biridir.
Diyor ki, üçünüz de dinledik diyor. Üçünüz de diyor, çok güzel şeyler söylediniz diyor. Zaten tanrılarınız arasında bir fark yok. Aynı tanrıya inanıyorsunuz diyor. Lakin diyor, aynı peygamberleri, hepinizin peygamberi. Fakat diyor, hepinizin ortak olduğu kitap, Tevrat diyor. Hepinizin ortak inandığı peygamber Musa diyor. Biz Musevi olmaya karar verdik. Şimdi, hem dediklerini yapmış oluyor. Halifeliğin ve Patrikliğin baskısına karşı. Hem dediklerini yapmış ve tek tanrılı bir dine geçmiş oluyor. Pagan, Şamanizm, Gök Tanrıcılığı bırakmış oluyor. Hem de hem halifeliğin kurumsal iktidarına, hem piskoposun kurumsal iktidarına boyun eğmemiş oluyor. Kimseye de cevap verecek bir şey bırakmıyor. Çünkü haklı. Ve Hazarlar böyle Musevi oluyorlar.
-Tam bu noktada Murat, şöyle şeyler de var tabii. Biraz Musevi seçişinin uzunca bir süre Hazarların elitleri arasında yaygın olduğu halkının ise Şamanizm’i sürdürdüğüne ilişkin bir değerlendirme var. Uzun yıllar böyle devam etmiş.
*Aslında ben burada Hazar elitlerinin de Museviliği mış gibi yaptıklarını, tamamen diplomatik gerekçelerle davrandıklarını düşünüyorum. Saygıda kusur etmemişlerdir. Hazarlar çok seküler bir toplumdur. Mesela Hazarlar İbn-i Fadlan'ın seyahatnamesinde diyor ki, Müslümanlar Müslüman mahkemesinde yargılanır. Paganlar Pagan mahkemesinde yargılanır. Hristiyanlar Hristiyan mahkemesinde yargılanır. Herkesin ibadethanesi açıktır. Herkes aynı saygıyı görür. Çok ilginç buluyor o dönemde tabii. Belki o dönemin en seküler devleti. Türkler kültürleri ve inançları gereği bütün inançlara müsamahalı yaklaşmıştır. Bu Türk kültürünün ve siyasetin önemli bir şeydir.
-Türkler dedin ama başını söylemedim. Bu aslında Batı Göktürk kanlı diye bilinen halden bahsediyoruz. Değil mi yani Göktürkler?
*Göktürklerin Batı'da kalan ucu yeni bir hanedan etrafında örgütlenmiş. Bu biliyorsunuz silsileyle gidiyor bir devlet yerine. Şimdi Türkler ‘de kurultay geleneği olduğu için çok kolay devlet kurup çok kolay devlet yıkabiliyorlar. Ve şimdi Türkler ‘de Kaan dahil, elitler dahil herkes töreye, Türk töresine ve kurultay kararlarına boyun eğmek zorundadır. Kimse bunun üstünde değildir. Bu da mesela belki dünya tarihinin Magna Carta'dan önceki ilk anayasal düzenidir.
-Hocam bir şey diyeyim mi? O her yıl ya da birkaç yılda bir bütün mallarının müsaade edildiği törenler yapıyorlar.
*O da ayrı. Kençliği veya han yağması olarak adlandırılan. Bunun da gerekçesi mesela Türkler'de şamanlar ve mülksüzdür. Bu daha sonra da devam eder bizim Ahmet Yesevi geleneğinde de devam eder. Mülksüz olmak ve mülk uğruna dini inançları kullanmamak.
Aynı şeyler Hanlar Kaanlar için de geçerlidir. Kişisel bazı eşyaları dışında han sofrası yağmaya açılır. Oradaki tabak çanak bugün bizde diş kirası olarak devam eder. Ve han çadırındaki kıymetli şeyler yağmalanır. Bunun amacı hanın yönetirken yönettiği budunun menfaatlerine aykırı olarak servet biriktirmeye meyletmemesidir. Bunun da son örneğini Mustafa Kemal Atatürk yapmıştır. Bütün malını Türk halkına bağışlamıştır, devretmiştir.
Hazarlara dönersek. Hazarlar böyle zengin bir toplum. Ve bu kadar da medeni ve şeffaf bir toplum. Bunun da ben söylemiyorum. İşte o bölgeye giden İbni Fadlan gibi Arap gezginleri, Bizans gezginleri anlatıyor. Seyyahlar söylüyor. Ve neticede bütün herkesin gözünü kamaştıran bir zenginliği var.
Mesela biz Kahpe Bizans'tan öte Bizans tarihi bilmediğimiz için Bizans'ı yöneten Leon Hazar'ı bilmeyiz. Leon Hazar'ın annesi bir Hazar prensesidir. Bal çiçek hatun. Hazar prensesidir ve onun soyu Bizans'ı uzun süre yönetmiştir. Ama biz tabi tırnak içerisinde Kahpe Bizans'ı ötesinde bir Bizans kültürümüz olmadığı için merak etmiyoruz. Çok da araştırmayız.
Şimdi buraya kadar olan kısmı aslında çok anormal değil. Günümüze de çok etkili değil. Asıl ilginç olan. Netice itibariyle ben bir iktisatçıyım. İktisadın önemli konularından bir tanesi de iktisadi tarihtir. İktisat tarihini bilmezsen bağlantıları kuramazsın. Şimdi Hazarların günümüze etkisi yıkıldıktan sonradır. Yani daha doğrusu doğudan gelen altın ordu. Altın orda ya da altın ordu. Devlet tarafından Hazar kanununa son verildikten sonra Hazarlar dağılıyorlar. Gittikleri her yeri dönüştürüyorlar. Değiştiriyorlar. Şimdi burada teminat şeyde kalmıştık. Halkın ne kadarı Musevi ne kadarı Şaman konusunda kalmıştık. Bence iki arada bir derece götürmüşler. Yani nasıl Anadolu'daki Türkler işte 12-13. yüzyıldan sonra Şamanizm ile İslamiyet'i birleştirerek bir yorum yapmışlarsa Hazarlar da Musevilikle Şamanizm'i birleştirerek kendilerine göre bir yorum getirmişler.
-Bu yorum Anadolu topraklarında Çandarlıoğulları'nın bayrağında görünüyor. Karamanoğulları'nın bayrağında görünüyor. Danişment Beyliği'nin mezarlıklarında görünüyor. Selçuklu'da görünüyor. Selçuklu'nun kendisinde görülüyor.
*Çünkü Hazarlar dağıldığı zaman Hazar'ın en kremdöle krem tabakasının servetlerini, o büyük servetlerini kaçırabilmek için gemilerle Endülüs İslam Devleti'ne sığındığı biliniyor. Rivayet ediliyor diyelim. Niye rivayet ediliyor? Çünkü bunların çok fazla yazılı çizili kaynakları yok. Olanlar da bu kaynaklara haiz mahfillerce açıklanmıyor. Günümüz siyaseti açısından. Yoksa muhtemelen vardır. Niye Endülüs İslam Devleti'ne sığınıyorlar? Çünkü Hristiyanlarla Museviler arasında bir kan davası var. Bir diyenin peygamberini öldürmüş, öbürü onun kurumunu yıkmış vesaire. Hristiyanlar Musevilere karşı ciddi bir düşmanlık gidiyor. Bunu daha sonra zaten Engizisyon döneminde görüyoruz. Daha sonra Fransa'da vesaire de görüyoruz. Rusya'da görüyoruz, çeşitli yerlerde görüyoruz bunu. Dünyanın ilerleyen tarihlerinde. Ama İslam'la Hristiyanlar arasında pek bir niza yok. Tamam, Beni Kureyze katliamı vesaire var ama bu Müslümanları Musevilere düşman etmemiş. Aynı zamanda Endülüs Emevi Devleti'nin veziri azamı da bir Musevi ve biraz da bu ilişkilere sığınarak o muhteşem servetlerini Endülüs'e kaçırıyorlar. Kendileri de göçüyorlar. Bunlar daha sonra Seferad Musevilerini, Seferad Yahudilerini oluşturacaklar.
Onlar da daha Doğu'ya itiliyorlar. Doğu Avrupa Museviliğini oluşturuyorlar. Kanuni Sultan Süleyman'ın döneminde Hürrem Sultan'ın da bir Hazar Prensesi olduğu rivayet edilir.
Sultan Süleyman'ı ben hep merak etmişimdir. Kanuni Sultan Süleyman biliyorsunuz Osmanlı, daha doğrusu Osmanlı yanlış bir tabirdir. Devlet-i Ali'dir devletin doğru adı. Osmanlı diye bir devlet yoktur. Osmanlı diye bir hanedan vardır. Ataman diye geçer ama devletin resmi adı, kendi belgelerindeki adı Devlet-i Ali'dir. Devlet-i Ali'ye Osman, Osmanlı'nın devleti demektir. Osmanlı diye ayrıca bir devlet yoktur. O bizim daha böyle sokak kültüründe veya sokak dinde, kahve edebiyatında kullanılan bir dildir. Osmanlı'ya Osmanlı devleti desen tuhaf karşılar hangi devletten bahsediyorsun diye. Yabancılar, Ottoman Empire veya Türk Empire diye söz ederler.
Bu Yıldırım Beyazıt'ın Timur karşısındaki yenilgisi ve Timur'un karısına yapılan muamele sonrasında Osmanlı hanedanı resmi nikahı ve nikahlı eşi yasaklamıştı. Cariyeleri oluyordu. O cariyelerden şehzadesi olan, şehzade doğurabilen sultan oluyordu, valide sultan oluyordu. Böyle bir hiyerarşi kurmuştu ama resmi nikah geleneği yoktu. Bu geleneği bozan Hürrem ile Kanuni Sultan Süleyman nikahıdır. Bunu meşhur dizide herkes izledi. Niye sorusunu kimse sormadı. Halbuki bu akit Hazarlar ile Osmanlı hanedanı arasında, Hazar Türkleri bakiyesi ile Osmanlı hanedanı arasında yapılan bir çeşit mukavele olabilir.
-Birinin bitmesi halinde öbürünün devam ettireceği ilişkin bir kabul de var. Yani Osmanlı biterse Kırım Hanlığı olarak zaten devam ettirecekler.
*O zaten kuruluş itibariyle Osmanlı hanedanı Cengiz oğullarının yıldırım sonrasında ve hatta Selçuklu sonrasında muadilidir gibi bir şey var. Neyse çok konumuz değil ama Hürrem ile kıyılan nikah aslında iki hanedan arasındaki bir el sıkışmadır. O dönemdeki nikahlar ki Osmanlı birçok hanedanla Bizans hanedanına dair olmak üzere Kıta Avrupası'nda da öyle zaten. Hanedanlar arasındaki nikahlar bir çeşit anlaşma gibidir. Bozulmaz akitlerdir. Osmanlı'da bir resmi akitleşme olmadığı için nikah yoluyla ilk defa Hürrem ile bu yapılmış. Yıldırım Beyazıt'tan sonra ve Kanuni'nin bankeri vardır Donna Garcia. Bu konuyu pek bilmeyiz. Bilenler konuşmaz. Ama o devirdeki payitahtta müthiş bir servet. Sadece Museviler kendileri gelmemiş. Borç sonraki hikayeler. Sermaye gelmiş. Kanuni zamanının muhteşemliği bu gelen servetledir. Büyük ölçüde ve bunlar Anadolu'da iyi karşılanmışlar. Payitahtta iyi karşılanmışlar.
Kanuni Sultan Süleyman'ın validesinin de Musevi olduğunu, oğlunun eşinin de Musevi olduğunu unutmayalım. Sonra Müslümanlığa hidayet edip Müslümanlığa döndüklerini unutmayalım. Bu konumuzun bir parçası.
-Bir de onların Müslüman olma geleneklerini sonraki yıllarda göreceğiz. Biraz o bir şey barındırıyor içinde. Hafif bir sahtekarlık da barındırıyor zaten. İçinden güvercin çıkartıyor adam zaten.
*Şimdi oraya gelmeden evvel, birdenbire bu kadar zaman atlamayalım. Hazarların güçlü bir askeri teşkilatı da var. Bu ne oldu? Bunlar ne yaptılar? Bunlar da Selçuklu Hanedanı olarak Hazar'ın askeri şefleri güneye indiler. Anadolu, İran, Irak coğrafyasına indiler. Burada bildiğimiz Selçuklu Hanedanı'nın egemen olduğu devletleri, imparatorlukları kurdular.
Onun altındaki beylikler de kendi beyliklerini ilan ettiler. Çünkü Selçuklu da daha sonra hem batıdan gelen haçlı akımlarına hem doğudan gelen Moğollara karşı çok ciddi savaşlar verdi. En son yıkıldı, beylikler oluştu. Osmanlı da o beyliklerden biriydi. Bir tanesiydi. Bir uç beyi olarak şey yaptı. Sonra kurduğu ittifaklarla ki bunların başında da Bizans gelir, Kahpe Bizans gelir. İlk hanedanın babaannesi Nilüfer Hatun. Devşirilmiş adıyla. Nilüfer Hatun bir Bizans prensesidir. Ve askeri gücü de güneye indi dedik. Böylelikle Hazar Kağan'ı son buldu. Üçe ayrıldı. Halkının bir kısmı Doğu Avrupa Musevilerini oluşturdu. Bir kısmı belki en küçük kısmı ama o en zengin kısmı Endülüs İslam Devleti'ne sığındı. Önemli bir kısmı bunlar rivayet denilebilir ama Selçuklu rivayet değil. Selçuklu yazılı tarih. Selçuklu Hazarların askeri şefleri güneye inerek Selçuk İmparatorluğu'nu kurmuşlardır. Ve çok uzun zaman Musevi inancını sürdürdüler. Şaman geleneği ile birlikte sürdürdüler. Şimdi bunu rivayet değil. Niye rivayet değil? Çünkü mesela Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Amasra'da vesairede Selçuklu mumyaları var. Türklerin çok özgün bir mumyacılık geleneği vardır. Bu mumyacılık geleneği Selçuklularda da sürmüş. Hem Musevi olmalarına hem daha sonra Müslüman olmalarına rağmen mumyacılık geleneğini bırakmamışlar. Türbe geleneğini bırakmamışlar. Biliyorsunuz İslamiyet'te mezar kültürü yoktur. Yoktur. Yasaktır zaten. Niye? Ölüler kültürü yasaktır. Ama Türkler de ölüler kültürü kutsanır. Türkler mesela o yüzden ölümden korkmaz. Türkler atalarının yaşadığını ve kendilerini gözlediğine inanırlar. Atalarını utandırmaktan ve öldükten sonra orada kötü karşılanmaktan korkarlar. O yüzden atalarına anıt kabirler inşa ederler.
-Ritüellerinde şey bile var, mezara girerek mezardan uyanma halleri var.
*Hepsi vardır. Ama türbe adını verdiğimiz, atalarına anılarını yaşatmak, topluma büyük yararlıkları dokunmuş kahramanların destanlarını sürdürmek ve bunları yeni nesillere örnek göstermek için biz türbe yaparız. Kurgan kültürü. Bunun en son uygulaması da Mustafa Kemal Atatürk için yaptığımız Anıtkabirdir. Bu orijinal Türk töresinin gereğidir. Çünkü Türkler ölen kahramanlarını unutmazlar. Anılarını yaşatırlar ve örnek olarak gösterirler. Bu Selçuklularda da İslam geleneğine göre yasak olmasına, Musevi geleneğinde veya inancında hoş karşılanmamasına rağmen sürdürülmüş. Bunu herkes Amasra Müzesi'ne girsin, görsün veya internette herkes Selçuklu mumyaları diye girsin. Görürler. Hatta bunların bir kısmı evliya olarak kabul edilir. Ölmüş ama çürümemiş derler. Halka mumyası yapıldı demezler. Çünkü mumya yapmak İslam'a göre yasak. Aslında buraya kadar anlattığımız kısım giriş.