Atasözleri cümleleri öğüt vericidir. Bu sözler geçmişten günümüze hayatın olağan akışı içerisinde bugünlere kadar gelmişlerdir. Atalarımızın sahip çıktığı öğüt niteliğindeki bu cümleler, geçmişin deneyimlerinden yararlanmamızı sağlar. “Gelen gideni aratır” sözü de atalarımızdan mirastır. Bu atasözleri dün, bugün olduğu gibi gelecekte de var olacaklardır.
“Gelen Gideni Aratır” cümlesi TDK sözlüğüne göre “ bazı kusurları var fakat gelen daha kusurlu, daha da geçimsiz olabilir” anlamında kullanılan bir sözdür.
Yeni gelen kimse eskilerden daha büyük hatalar yaptığında eskisi için keşke hiç gitmeseydi dedirtir.
Bugün geldiğimiz noktada gerçekten gelenler gidenleri aratmaya başlamıştır. İnsanlar yağmurdan kaçarken doluya tutulacaklarını önceden bilemezler. Bin bir umutla ve hayalle işbaşına getirdikleri veya geldiğinde sevindikleri kişilerin umdukları gibi çıkmaması, gidenden de kötü olmaları üzerine gideni aramaya başlarlar.
Daha önce ekonominin kötü olması, ülkenin iyi yönetilememesi ve her gün fiyat artışları nedeniyle enflasyonun dayanılmaz hale gelmesi sonrasında bunlardan kurtulduk diye yeni gelenlere sevinilirken vatandaş gelenin gideni aratması nedeniyle yeni bir hayal kırıklığıyla burukluk yaşamaya başlar ve zaman içerisinde de onu da göndermenin heyecanı içerisine girer. Çünkü canı yanmıştır. İki yakası bir araya gelmez. Çare bundan da kurtulmaktır. Çarşıda, pazarda, kahvehanede radyo ve televizyonlarda her yerde herkes dili döndüğünce hayat pahalılığından şikâyetlerini dile getirir. Bu bütün memlekete dalga dalga yayıldığında beklenen sonuç kaçınılmaz olur. Gelen de gitmek zorunda kalır.
Gelenin gideni aratması konusunda bazı istisnalar vardır. Onlar da artık yüz yılda bir mi gelir? Bilinmez.
Ülkemizde gelmiş geçmiş devlet adamları içerisinde istisna ve müstesna olan Atatürk’tür. Kendisinden önce gelenleri aratmamıştır. Ama sonra gelenler Atatürk’ü hep aratmıştır.
Atatürk gibi dahi bir insanın mertebesine erişebilecek veya onu geçebilecek bir kişi gelebilecek midir? Bu konuda umudumuz her geçen gün azalmaktadır. Paramız bir tek Atatürk döneminde değerlenmiştir. Enflasyonla mücadelede bir tek onun döneminde başarılmıştır. Piyasalara para basarak sürüm yapmak yerine ilk kez onun zamanında piyasalardan para çekilmiştir.
Peki Atatürk Ekonomi konusunda neler söylemiş bir göz gezdirelim.
“Gerçekten Türk tarihi incelenirse bütün yükseliş ve çöküş sebeplerinin bir ekonomi sorunundan başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veya mağlubiyetler, yokluk ve felâketler, bunların hepsi meydana geldikleri dönemlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve ilişkilidir. Yeni Türkiye’mizi lâyık olduğu düzeye eriştirebilmek için, kesinlikle ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi döneminden başka bir şey değildir. 1923 … Bir inceleme yaptığımız zaman, üzülerek itirafa mecburuz ki, biz henüz şimdiye kadar gerçek, bilimsel, olumlu anlamıyla millî bir dönem yaşayamadık. Bu nedenle millî bir tarihe sahip olamadık.
1923 … Yaşam demek ekonomi demektir. Yaşayabilmek için kesinlikle kazanç sağlayan olmalıdır. Bu millet şimdiye kadar imparatorluklar kurmuştur. Cihangirler yetiştirmiştir. Hâlbuki bazı dönemler oldu ki, ekonomi ile uğraşmaya tenezzül etmemiştir! Ekonomiyi aşağı bir şey sayarak onu başka unsurlara bırakmıştır. Bunun sonucu olarak bugün o unsurlar, o yabancılar esas unsurun gerçekten efendisi olmuştur. Onlar, nihayet bu memleketi sömürge saymışlar, onu bir sömürü alanı yapmışlardır. Hem nasıl sömürge? Kendi evladıyla, kendi parasıyla yönetilen bir sömürge… Ürünleri, bütün kazancı dışarıya gitmek şartıyla…. Efendiler! Yaşamak için, kuvvetli bir devlet yapmak için ekonomi esastır. Onun için görüş noktamızı, çalışmalarımızı kesinlikle bu merkezin etrafında toplamalıyız. Her çalışma dalını, kesinlikle bu esas noktaya dayandırmalıyız. Örneğin öğretim ve eğitim programımız ne olacaktır? Öğretim ve eğitim programımız şu olacak ki, onu izleyen insanlar, güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak. Pratik, yararlı, verimli adam olacak… Bunları öğreten programların, bunları öğreten memleketlerin ve kuruluşların tümü öğretim ve eğitim sistemi olacaktır. 1923 … Kesin zorunluluk olmadıkça, piyasalara karışılamaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. 1937”