Aklımızdan geçenler, çoğu zaman “keşke bunu o anda söyleseydim” diye başlayan cümlelerdir.

Ama belki de mesele, söyleyememekte değil; söylemek istememekte. Çünkü bazı şeyler sessizlikte daha çok duyulur.

Aklımızdan geçenleri söyleyemediğimiz anlarda, kendi içimizde küçük monologlar başlar. Biri haddini aştığında, zihnimiz sessiz bir mahkeme kurar: “Bu kadar mı kolay saygısız olmak?” deriz içimizden, ama dışarıdan belki de sadece gülümseriz.

Oysa bazen en büyük kibarlık, samimiyettir.
“Bu söylediğin beni incitti” diyebilmek.
“Şu anda seni anlamıyorum” diyebilmek.

Ama biz çoğu zaman, yanlış anlaşılma ihtimalinden korkarız.
Birinin gözünde “kırıcı” ya da “hassas” görünmemek uğruna, en doğru cümlelerimizi içimizde tutarız.
Sonra da gecenin sessiz bir anında, söyleyemediğimiz kelimeler zihnimizin duvarlarına çarpar durur.

Bazen bazı cümleler, dilimizin ucuna kadar gelir ama orada asılı kalır. Çünkü karşımızdakini kırmamak, ortamı germemek, “nezaketli biri” olarak kalmak isteriz. Oysa nezaket bazen sustuklarımızda değil, söylediklerimizde saklıdır.

Bence kimse haddini aşmasa, kimse nezaketi yanlış anlamasa; söylenemeyen cümlelere, içe atılan kırgınlıklara da gerek kalmazdı.
O zaman aklımızdan geçenler değil, gönlümüzden geçenler konuşurdu.