Ankara’da bir süredir sessiz ama derin bir çalışma yürütülüyor: “Bellek Ankara.” Adı sade, ama içinde büyük bir iddia gizli: bir kentin geçmişini haritalamak, onu yeniden hatırlatmak.

Proje; Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde, üniversitelerin ve araştırmacıların katkısıyla yürütülüyor.
Bu kapsamda çalışma, Ankara Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Tabiat Varlıkları Dairesi Başkanlığı tarafından geliştirilmiş ve yine bu birim tarafından yürütülmektedir.

Bu işbirliği, unutuşla barışmayan bir iradeyi gösteriyor. Çünkü asıl mesele şu:
Bu kentin belleği kimin belleği olacak?

Unutmanın Başkentinde

Ankara, hafızası en zayıf şehirlerden biridir. Her dönem kendi geçmişini silerek başlar. Eski sinemalar, meydanlar, binalar, hatta mezarlık planları bile unutulur.
“Bellek Ankara” bu unutuşu durdurmak istiyor.
Ve bunu yalnızca akademik bir belge olarak değil, kurumsal bir vicdan olarak yapmaya çalışıyor.

Bu yönüyle Büyükşehir Belediyesi’nin attığı adım, Cumhuriyet’in 100. yılına denk düşen en anlamlı kültürel hamlelerden biridir.
Çünkü unutuşla yüzleşmek, sadece taşları değil, insanların izlerini de hatırlamak demektir.

Resmî Bellek ile Halkın Belleği

Proje, Ulus’taki tarihi yapıları belgeleyip bilgi panolarıyla işaretliyor.
Kayıt tutmak, tanım koymak, harita çizmek… Bunlar bir “resmî bellek” üretmenin yolları.
Ama kentin gerçek belleği, duvar aralarındaki rüzgârda, kahve fincanlarının kenarındaki çiziklerde, bir fotoğrafçının vitrini önünde duran insanlarda saklıdır.

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin farkı, işte burada:
Bu projeyi bir taş envanteri olmaktan çıkarıp, yaşayan bir şehir hikâyesine dönüştürmeye çalışıyor.
Ankara’nın hikâyesi yalnızca binaların değil, insanların bakışının içindedir.

Cebeci’nin Fil Ayağı

Şimdi sırada Cebeci Asri Mezarlığı var. Mimar Arsen’in planladığı bu alan, yukarıdan bakıldığında bir filin bacağını andırır.
Hatta parmak uçlarındaki tırnak biçimli çıkıntılar bile planın parçasıdır.
Belki de bu şehir, kendi ağırlığıyla toprağa basarken, geçmişinin izini o fil ayağı biçiminde toprağa mühürlemiştir.

Mezarlığın ortasından geçen küçük dere, Ankara’nın yeraltındaki belleğidir aslında; taşların arasından sızarak bugüne ulaşan bir hafıza akıntısı.
Eğer Büyükşehir Belediyesi bu alanı da “Bellek Ankara” kapsamına dâhil edecekse, o zaman sadece bir mezarlığı değil, kentin en sessiz hafızasını da gün yüzüne çıkaracak demektir.

Kent Belli Olduğunda, Bellek Kaybolur mu?

Bir şehirde her taşın bir “künye”si olduğunda, o şehir artık tanımlanmış, yani belli olmuştur.
Fakat bellek, tanımlanandan çok, hatırlanandır.
Künye panoları, dijital haritalar, QR kodlar… Bunlar bilgilendirir ama duyguyu taşımaz.
Oysa bir kenti yaşatan, bilgi değil duygudur.

Ankara’nın belleği tabelalara sığmaz; o, eski bir sinemanın boş perdesinde, bir mezar taşının gölgesinde, bir sokak çocuğunun sesinde yaşar.
Ve “Bellek Ankara” projesi, eğer bu duyguyu koruyabilirse, yalnızca bir belgeleme değil, bir hatırlama eylemi olacaktır.

Bir Kentin Kendini Hatırlama Çabası

“Bellek Ankara” projesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kent belleğini kurumsallaştırma çabası olarak tarihî bir dönüm noktasıdır.
Bu şehir uzun yıllar boyunca kendi geçmişine sırtını dönmüştü.
Şimdi o geçmiş, yeniden konuşmaya başlıyor.

Ama hiçbir proje, bir kentin hafızasını tek başına taşıyamaz.
Kent belleği, herkesin kendi mahallesini, sokağını, okulunu, sinemasını hatırlamasıyla mümkündür.
Kentin geçmişiyle kurulan bu kişisel bağlar yoksa, geriye yalnızca etiketlenmiş taşlar kalır.

O yüzden sormak gerekir:
Biz Ankara’yı mı hatırlıyoruz, yoksa Ankara bizi mi unutmamak istiyor?