Bu ülkede çocukların maruz kaldığı şiddet, istismar, yoksulluk; ne bir haber, ne de geçici bir gündem. Bu, hepimizi ilgilendiren bir GERÇEK.

“Siz sanıyorsunuz ki hep tanımadığınız çocuklar öldürülecek!”

Mattia Ahmet Minguzzi’ye
Rojin Kabaiş’e
Narin Güran’a
Hilal Özdemir’e
Gülden Coni’ye
Eyüp Can Güner’e
Şirin Elmas Hanilçi’ye
Hacer Çağla Çetinalp’e
Leyla Aydemir’e
ve ismini bile duyamadığımız, haberlere dahi çıkmayan, sesleri duyulmamış binlerce çocuğa; BİR YAŞAM BORÇLUSUNUZ.

Mattia Ahmet'in davası, Kadıköy'de kaykay malzemesi almak için gittiği yerde bıçaklı saldırıya uğramasıyla başladı ve aylarca süren bir adalet arayışına dönüştü. Mahkeme, iki sanığa indirim yapmadan 24 yıl hapis cezası verdi. Fakat davada beraat edenler de oldu…

Adalet hep geç mi gelecek? Geldiğinde de eksik mi kalacak?

Adalet, sadece suçluyu cezalandırmaksa, tamam. Ama adalet; 14 yaşındaki bir çocuğun, annesinden izin alıp çıktığı sokakta, kaygısızca yürüme hakkının korunması değil midir?

O listedeki her isim, aslında bizim ortak geleceğimizden çalınmış bir umuttur. Bizler, çocuklarımızın adını ancak cinayet haberlerinde duyuyorsak, bu ülkede bir şeyler temelden çürümüş demektir.

Söz konusu çocuklar olduğunda "haksız tahrik" gibi indirimler uygulamak, hatta beraat kararları vermek, toplumsal vicdanı rahatlatmaktan çok, yaramızı daha da kanatıyor. Çünkü bu kararlar, potansiyel faillere, yaptıkları eylemin maliyetinin düşük olabileceği sinyalini veriyor.

Oysa Mattia’nın annesinin dediği gibi, "Ben sadece ilahi adalete güveniyorum."

İlahi adalet, sadece öte dünyada tecelli edecek bir kavram değildir. İlahi adalet, vicdanı olan her insanın bu dünyada inşa etmek zorunda olduğu dürüstlük, eşitlik ve merhamet düzenidir.