Günümüz insanı, kendi davranışlarını kabullenmektense onları etiketlerin dar çerçevesine sıkıştırıp, o etiketlerin gölgesine saklanmayı daha kolay buluyor.
“Kaçıngan bağlanıyorum”, “narsistlerle karşılaştım”, “şu ya da bu…” gibi ifadeler, çoğu zaman bir gerçeği dile getirmekten çok sorumluluk almamanın bahanesine dönüşüyor. Oysa insan dediğimiz, bazen hatalarında, bazen eksikliklerinde, bazen de başarılarının zirvesinde; aslında hepsiyle tek bir özün parçalarını taşımaz mı? Eksik ya da tam, kırık ya da bütün…
Bizi biz yapan, saklandığımız etiketler değil; onların ötesinde sürdürdüğümüz mücadeledir, aldığımız sorumluluklardır.
Peki o zaman sorun nerede saklı? Sorun, sorumsuzlukta saklı…
Asıl mesele, kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmekte, kendi sorumluluğumuzu alabilmekte saklıdır. Yaptıklarımızın iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış her sonucunu sahiplenebilmek…
‘Şöyle bağlanan bir insan olduğum için böyle oldu’ ya da ‘travmalarım yüzünden böyle tepki verdim’ ya da ‘ben bilmem ne burcuyum o yüzden dengesizim’ diyerek etiketlerin ardına saklanmak her zaman kolay gelir, hep de kolay gelecek.
Oysa önemli olan, ‘Ben buyum’ diyebilmek, iyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle fazlasıyla, kırığıyla bütünüyle kendini olduğu gibi kabul edebilmek…
Bu etiketler ve bahaneler, insanı birkaç kalıbın içine hapsetmeye çalışıyor. Biz de o kalıpların içine kendimizi yerleştiriyor, bir süre sonra gerçekten öyleymişiz gibi davranıyoruz. Fakat insan, hiçbir zaman bir tanıma sığmayacak kadar karmaşık bir varlık değil midir?
Geçenlerde izlediğim bir filmin adıydı “MASKE: NEZAKETLE TEBESSÜM”… Filmde, bir adam karşısına çıkan herkese farklı mesleklerden bahsediyordu. Birine ‘15 yıldır kasabım’, diyordu; diğerine ‘15 yıldır tasarımcıyım’…
Her seferinde aynı cümleyi, yalnızca mesleği değiştirerek tekrarlıyordu. Sonunda bir kadın dayanamayıp sordu: ‘Farklı meslekler denemenin nedeni ne sence?’ Adam ise çok sakin bir şekilde cevabını verdi; ‘İnanacaklar mı diye merak ediyorum.’
Aslında bu sahne, hepimizin gerçeğini fısıldıyor. İnsan, sorgulamaktansa inanmayı seçiyor. Bir etiket duyduğunda, bir tanıma rastladığında, onu gerçek kabul etmek çok daha kolay geliyor.
Çünkü düşünmek zor, sorgulamak yorucu; ama etiketler her zaman daha konforlu.