GİZLENENİN PEŞİNDE

Atatürk’ün bir tek cümlesi vardı, üç kelimeye sığdırdığı: “Türk, öğün, çalış, güven.”
Aradan geçen onlarca yıla rağmen biz bu cümleyi hâlâ doğru okuyamadık, doğru anlayamadık. Onun en veciz, en kıymetli değerlendirmesini…

Biz, “öğün” kelimesini hep övünmek diye çevirdik. Övünmek, böbürlenmek, kendini yüceltmek… Daha ilkokul sıralarında öğretmenlerimiz böyle öğretti. Sonra tabelalara yazdık, afişlere astık. Her resmi törende aynı şekilde tekrar ettik. Sanki Atatürk bize “kendinizle gururlanın” demiş gibi. Ama işin tuhaf yanı, bu cümle bana çocukluk yıllarımdan beri hep ters gelmişti. İçime sinmeyen bir yanlış vardı.

Çünkü dilin derin köklerine indiğinizde bambaşka bir gerçek çıkıyor karşınıza: Öğünmek, “öğrenmek” kökünden gelir. Öğrenci, öğretmen, öğretmek… Hepsi aynı aileden. Atatürk aslında bize, “Türk, öğren, çalış, güven” diyordu. Yani kibirle değil, bilgiyle büyümeyi öğütlüyordu.

Bunu ilk öğrendiğimde büyük bir şaşkınlık yaşamıştım. O kadar çok etkilenmiştim ki… Yıllarca yanlış anlam yüklediğimiz, gurur nutuklarının süsü yaptığımız bir söz, aslında bilgiye susamışlığın, öğrenme tutkusunun çağrısıydı.

Bugün dönüp bakıyorum: Atatürk’ün üç kelimelik en kıymetli vasiyetini bile doğru anlamadan ezberledik. Onu anlamadan tekrar ettik. Öğrenmeyi övünmeyle değiştirdik, derinliği yüzeysellikle örttük.

Ve şimdi… Onun mezarının gölgesinde yükselen tabelalarda hâlâ aynı yanlış yankılanıyor: “Türk, öğün, çalış, güven.”
Ne acıdır ki, Atatürk’ün bizden istediği ilk şey öğrenmekti. Biz ise hâlâ öğrenmeyi değil, övünmeyi seçiyoruz.