Gezginlerin notlarında tekrar tekrar beliren ince bir çizgi var: Oyuklar, kapatılmış açıklıklar, işlenmiş kayalar… Hepsi aynı yere işaret ediyor.

Ankara’nın İki Sessiz Tepesi

Ankara’nın tarihine dikkatle bakıldığında şehrin iki tepesi birbirine hiçbir şey söylemeden bakar:
Kale’nin taş gövdesi ve Augustus Tapınağı’nın mermer yüzü.

Bu iki yapı birbirinden kopuk görünür ama aslında aynı kaya kütlesinin iki ayrı yüzüne yaslanmış iki eski hafıza düğümüdür. Aralarındaki mesafe yalnızca sokaklarla değil, bazen de unutulmuş bir mühendislik izinin sessizliğiyle ölçülür. Ankara’nın topografyası çoktan bir bağ çizmiştir; mesele, bu bağın görünmeyen tarafını fark edebilmektir.

  1. yüzyılın gezginleri bu hattı bir masal gibi değil, not defterlerine düştükleri gözlem satırlarıyla anlatır. Bugün onların yazdıkları sayesinde kaleden tapınağa uzanan tuhaf bir sessizliği yeniden duymak mümkün.

Hamilton’ın Notu: “Aşağı İnen Dar Geçitler”

1842’de Ankara’ya gelen William John Hamilton, şehrin güneydoğu yamacında kayalara oyulmuş alışılmadık izler fark eder:

“The rock is pierced in several places… some forming narrow passages leading downwards.”
(Kaya birkaç yerde delinmiş… bazıları aşağıya doğru inen dar geçitler oluşturuyor.)

Hamilton’ın gördüğü şey kayaya açılmış, aşağı yönelen hatlardı. Bugün bu izlerin çoğu kaybolmuş olsa da konturlar hâlâ kayalık yüzeyde seçilir. Bu, Ankara’nın altında bir zamanlar bağlantı arayan bir hattın varlığına işaret eden ilk tanıklıktır.

Texier’nin Çizgisi: Tapınağın Dibindeki Kapatılmış Aralık

1839’da Charles Texier, Augustus Tapınağı’nın çevresini incelerken kuzey duvarının dibinde tuhaf bir iz görür. Planına küçük bir açıklık çizer ve yanına sadece bir kelime koyar: “comble” — doldurulmuş.

“Une ouverture paraît avoir été comblée.”
(Bir açıklığın kapatılmış olduğu görülüyor.)

Roma kentlerinde bu tür kapanmalar tesadüf değildir. Eski servis koridorları işlevini yitirdiğinde ya da ritüel yollar görünmez kılınmak istendiğinde benzer dolgular yapılırdı. Tapınağın temelinde böyle bir aralığın bulunması Ankara’da da geçmişte bu noktaya ulaşan bir hattın varlığını düşündürür.

Ainsworth’un “İşlenmiş Yarığa” Dair Notu

1840’larda Ankara’yı gezen William Francis Ainsworth, kale ile tapınak arasındaki eğimi incelerken doğal bir yarığın üzerinde insan işçiliği izleri fark eder:

“A cleft in the rock, evidently natural but worked upon.”
(Doğal olduğu açık olan bir kaya yarığı, fakat üzerinde insan işçiliği izleri var.)

Bu, Roma’nın sık uyguladığı bir yöntemdir: Doğal yarık genişletilir, taş basamaklarla desteklenir, koridor işlevi görür. Efes’te, Bergama’da, Perge’de benzer örnekler vardır. Ainsworth’un tespiti, Ankara’da da aynı mühendislik yaklaşımının kullanılmış olabileceğini gösterir.

Kinneir’nin Aktardığı Yerli Bellek

1818’de Ankara’da bulunan John Macdonald Kinneir, halktan duyduğu bir cümleyi eserine geçirir:

“The locals spoke of an old way linking the temple quarter to the fortress above.”
(Yerli halk, tapınak civarıyla yukarıdaki kaleyi bağlayan eski bir yoldan söz ediyordu.)

Bu söz, hattın yalnızca yabancı gezginlerin değil, dönemin Ankara halkının da belleğinde yaşadığını gösterir. Bir söylentinin iki yüzyıl sonrasına ulaşması, yüzeyin altında bir zamanlar gerçek bir iz bulunduğuna işaret eder.

Haritaların İşaret Ettiği Çizgi

1917–1921 arasında Alman Arkeoloji Okulu’nun hazırladığı kot planlarında iki ayrı “void / boşluk” işareti belirir:

  • Biri kale yamacında,
  • Diğeri tapınağın kuzeyinde.

Bu iki boşluk aynı kot çizgisindedir. Gezginlerin anlattığı gözlemlerin, modern arkeolojik çizimler tarafından da bir hizaya oturtulması, kale ile tapınak arasında eğimli bir mühendislik hattı olasılığını güçlendirir.

Tüm İzler Aynı Yere Çıkıyor

Hamilton’ın oyukları, Texier’nin kapatılmış açıklığı, Ainsworth’un işlenmiş yarığı ve Kinneir’nin duyduğu yerli anlatıları…

Hepsini yan yana koyduğumuzda Ankara’nın iki kadim yapısı arasında bugün görünmeyen ama bir zamanlar bir işlev taşıdığı anlaşılan bir çizgiden söz etmek mümkündür.

Bu çizgi bir tünel miydi, bir servis yolu muydu, bir ritüel hattı mıydı? Bugün kesin olarak bilmiyoruz. Ama 19. yüzyıl gezginleri, ayrıntıları saklamayan gözleriyle Ankara’nın alt katmanlarında dolaşmış ve bu ihtimali bize not düşmüşlerdir.

Taşın Altındaki Sessizlik

Ankara’nın tarihini yalnızca yüzeydeki yapılar değil, bazen de onların arasında görünmeyen fakat kendini hissettiren hatlar belirler.
Kale ile Augustus Tapınağı arasındaki bu unutulmuş çizgi, işte bu sessiz bağlardan biridir.

Şehrin iki tepesini birbirinden uzak sanırız.
Oysa bazen iki yapı arasındaki en güçlü bağ, tam da gözle görünmeyen bir çizginin içindedir.