Bazı kavramlar vardır ki, onları tanımlamaya çalıştıkça anlamları elimizden kaçar. Ahlak da öyledir. Çünkü o, kitaplarda değil, kalpte yaşar. Kanunların değil, vicdanın sesiyle konuşur. Belki de bu yüzden hayatımın ekseni hep oradan geçti: “Doğru olan neydi?” sorusundan.
Antik Dönem: Erdemin Doğuşu
Ahlak düşüncesi Sokrates’le birlikte bilgelik zeminine oturdu. “Erdem bilgidir” dediğinde, insanın kötü eyleminin aslında bir bilgisizlik hali olduğunu anlatıyordu.
Platon iyiyi idealar âlemine yerleştirdi; Aristoteles ise yeryüzüne indirdi. Onun “altın orta”sı, ölçülülüğün erdemle buluştuğu ince bir dengedir.
O günden beri insanlık, o dengeyi arıyor: cesaretle korkaklık arasında, özgürlükle sorumluluk arasında, bilgiyle inanç arasında...
Ortaçağ ve Doğu’nun Sesleri
Batı’da ahlak, kilisenin dogmatik gölgesinde Tanrı’ya bağlandı; Thomas Aquinas’ın “Tanrısal yasa”sı, insanın niyetini Tanrı’nın iradesine teslim etti.
Ama aynı yüzyıllarda Anadolu’da başka bir ışık yanıyordu. Yunus Emre, Ahi Evran, Hace Bektaş Veli… Onlarda ahlak, toplumsal bir bağ, bir emek sözleşmesiydi.
Ahi Evran’ın “elini, belini, dilini koru” sözü, sadece meslek ahlakı değil; bütün bir hayatın özeti gibidir. Bu topraklarda iyilik, yüksek sesle değil; alın teriyle söylenirdi.
Modern Çağ: Vicdanın Yalnızlığı
Kant, Tanrı’nın yerine aklı koydu. “Öyle davran ki, davranışın evrensel yasa olabilsin” dedi. Artık ahlak, dışarıdan dayatılan bir buyruk değil; insanın kendi içinde taşıdığı bir sorumluluktu.
Ama özgürleşen insan, yalnızlaştı. Vicdanın sesi artık toplulukların değil, bireyin içindeydi.
Nietzsche geldi ve zinciri kırdı. “Tanrı öldü” dediğinde, aslında ahlakın temeli sarsıldı. “Köle ahlakı” dediği, güçsüzlerin vicdanla güçlüleri dizginleme çabasıydı. Oysa insan, kendi değerini kendisi yaratmalıydı.
Ne var ki, zincir kırıldığında yön de kayboldu. Vicdan özgür kaldı, ama bazen sahipsiz...
Bugün: Etik mi, Estetik mi?
Bugünün insanı artık “iyi”den çok “beğenilir” olanı arıyor. Sosyal medya, görünür erdemlerle dolu bir sahneye dönüştü.
Ama ahlakın özü, görünmezliktir.
Kimse görmezken adil olmaktır.
Kimse bilmezken dürüst kalmaktır.
Bir başkasına değil, kendine hesap verebilmektir.
O yüzden “Gizlenenin Peşinde”nin bu bölümünde ahlak, ışıktan değil gölgeden okunur. Çünkü ahlak, kimse izlemiyorken nasıl davrandığındır.
Son Söz: İnsan Kalabilmek
Ahlak, yasayla, dinle, modayla sınırlanmaz. O, insanın kendiyle yaptığı sonsuz pazarlıktır.
Sokrates’in baldıran içerken yüzündeki sükûneti, Yunus’un “Yaratılanı hoş gör” deyişi, Kant’ın ödev bilinci hep aynı yere çıkar:
İnsan kalabilmek.
Ve belki de bütün felsefe, bütün arayış, bütün yolculuk sadece bunun içindir.