Bazı geceler vardır, sabahı yalnız güneşle değil, bir düşünceyle doğar. 1 Kasım 1928 sabahı, Türkiye’de yalnızca alfabe değil, bir zihin biçimi değişti. Yeni harflerle başlayan o gün, aslında bir milletin kendi aynasına yeniden bakma cesaretinin tarihidir.

O sabah, eski harflerin süslediği tabelalar hâlâ yerindeydi. Ama artık kimse onları okumuyordu. Çünkü devletin en tepesinden başlayan o büyük karar, “okuma”yı bir eylem olmaktan çıkarıp, bir dirilişe dönüştürmüştü. Mustafa Kemal, yalnızca harfleri değil, düşüncenin haritasını da değiştirdi. Çünkü dil, bir milletin beynidir; harflerse onun sinir uçları.

Yeni harflerle yazılan ilk kelimeler, belki çocukça, belki titrekti. Ama her birinde bir çağın inancı gizliydi. Anadolu’nun köylerinde kara tahta başında duran öğretmenler, yalnız harf öğretmiyorlardı; “biz artık kendi sesimizi kendi yazımızla kuracağız” diyorlardı.

O günlerde halk, meydanlarda tahtaların önünde toplanırdı. Kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler... Hepsi tebeşiri ilk kez ellerine alıyor, “a, be, ce” diyerek geçmişle gelecek arasındaki köprüyü kuruyordu. Millet Mektepleri’nin ruhu, o kadar sade, o kadar devrimciydi ki; bir halkın ayağa kalkışının mürekkebi, tebeşirin tozuna karışmıştı.

Eleştiriler oldu elbet. “Bir gecede okuma yazma bilmeyen bir millet yarattınız” diyenler çıktı. Ama asıl değişen, yazı değil, okuma biçimiydi. Çünkü Osmanlıca’nın süslü harfleriyle yazılmış her kelime, yüzyıllar boyunca halkın çoğunu dışarıda bırakmıştı. 1 Kasım, bu kapalı kapının kırıldığı gündü. Harf devrimi, bir eğitim reformundan çok daha fazlasıydı; bilginin imtiyazını yıkan en radikal eşitleme hareketiydi.

Atatürk’ün Karadeniz gezisinde, gemi güvertesinde kara tahtanın başında “A” harfini yazdığı o fotoğraf, aslında bütün bir milletin fotoğrafıdır. O bakışta bir öğretmenin sabrı, bir liderin kararlılığı, bir uygarlığın yeniden doğuşu vardır. O harfin ardında, yalnız yazı değil, düşüncenin özgürleşmesi yatar.

Bugün, 1 Kasım 1928’i anarken, harfleri değil, o gecenin cesaretini hatırlamak gerekir. Çünkü mesele “nasıl yazdığımız” değil, “nasıl düşündüğümüz”dür. O gece, bir milletin zihni yeniden biçimlendi. Arap harflerinden Latin harflerine geçiş, aslında doğudan batıya değil, karanlıktan aydınlığa geçişti.

Ve belki de en önemlisi şuydu: Yeni harfler, yalnız gençlere değil, yaşlılara da “öğrenmeyi” yeniden öğretti. Sekseninde okuma yazma öğrenen bir kadının yüzündeki tebessüm, bir ulusun modernleşme öyküsünün en sade ama en gururlu simgesiydi.

Bugün, ekrandan okuduğumuz her cümlede, o devrimin mürekkebi var. Latin harfleri, yalnız bir alfabe değil; Cumhuriyet’in sesi, halkın soluğu oldu. Çünkü bir millet, ancak kendi yazısıyla düşünmeye başladığında özgürleşir.

1 Kasım 1928 — bir gecede değişen harfler değil, bir gecede değişen zihinlerin tarihidir.
Ve belki de o geceden bu yana, her okuduğumuz kelime, hâlâ aynı cümleyi fısıldıyor:
“Okumak, yeniden doğmaktır.”