Ortadoğu'da yaşanan her sıcak çatışmanın ardında sadece silahlar ve stratejiler değil, bir anlam savaşı da yürütülür. Benim merakım da işte tam burada başlar: Füzelerin düştüğü yerlerden çok, kelimelerin nereden kalktığını, hangi tarihi ya da mitolojik toprağa bastığını araştırırım.

Gizlenenin Peşinde programını yaparken de hep bu izleri sürmeye çalıştım. Bir operasyonun adı, kullanılan bir sembol ya da sessizce söylenen bir cümle—bunların çoğu, kamuoyunun radarına bile girmeyen ama derin jeopolitik anlamlar taşıyan işaretlerdir.

İsrail ile İran arasında geçtiğimiz günlerde başlayan hava çatışması da bu açıdan oldukça dikkat çekici. Çünkü sahada sadece bombalar değil, anlamlar da hedef alınıyor. Savaş uçaklarının rotaları kadar, o saldırılara verilen adlar da önceden hesaplanıyor. Ve çoğu zaman en sarsıcı darbeyi, kelimeler indiriyor.

İsrail’in ilk saldırısını duyururken kullandığı ad, bu durumu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor: Yükselen Aslan. Bu sadece bir askeri kod değil, bir hafıza çağrısı. Yahuda Aslanı, İsrail tarihinde gücü, kurtuluşu ve Tanrı tarafından seçilmişliği simgeler. Eski Ahit’te geçen “Aslan gibi ayağa kalkacak” ifadesiyle birleştiğinde, bu sembol sadece bir operasyonun değil, bir uyanışın da ilanı oluyor. Özellikle “yükselen” ifadesi, pasif bir dirilişten çok, etkin bir geri dönüş mesajı veriyor. İsrail bu kodla, dünyaya “caydırıcılığımız hâlâ geçerli” diyor.

İran tarafında ise başka bir anlatı kuruluyor. Sessiz ama bir o kadar da sistematik bir retorikle: Gerçek Vaat, 2. Gerçek Vaat, 3. Gerçek Vaat, 4... Böyle ilerleyen bir adlandırma zinciriyle karşı karşıyayız. Bu isim, doğrudan Kur’an kökenli: Va‘d al-Haqq, yani Allah’ın kesin ve geri dönüşsüz vaadi. İran’ın devrim sonrası söyleminde bu tür dini referanslar sıkça görülür ama bu kez sayı dizilimiyle birlikte adeta bir "ilahi senaryo" işleniyor.

Her yeni “Gerçek Vaat”, bir öncekini tamamlayan aşamalı bir mesaj. Bu yapı, Şii eskatolojisinde Mehdi’nin zuhurundan önce beklenen saflaşmalara benzetilebilir. Her bir saldırı, sadece fiziki bir hedefi değil, bir inanç haritasını da işaretliyor. Ve bu sayıların bitip bitmeyeceği değil, nereye kadar gideceği merak konusu oluyor.

Tüm bunlar bize eski bir soruyu yeniden düşündürüyor: Savaşlar sadece füzelerle mi yürütülür, yoksa kelimeler de birer mühimmat mıdır?

Son yıllarda Ortadoğu’daki çatışmalarda operasyon isimlerinin, sembollerin, dini ve tarihsel göndermelerin nasıl birer stratejik enstrümana dönüştüğünü tekrar tekrar gördük. İsrail’in “Aslan”ı bir uyanışı simgeliyorsa, İran’ın “Vaat”leri de bir hesaplaşma ajandasının sayfaları gibi okunmalı.

Ama bu sembollerle kurulan savaşın da bir kırılma noktası var: İnandırıcılık.
Çünkü artık taraflar yalnızca birbirine değil, küresel kamuoyuna da mesaj veriyor. Bu da gösteriyor ki savaş, sadece silahla değil, zihinle de yapılıyor. Ve tarihin defalarca hatırlattığı gibi, sonunda her sözün, her vaadin ve her yükselişin bir sınavı olur. Gerçek vaadin ne olduğu da, aslanın ne kadar yükseleceği de ancak o zaman anlaşılır.