Mazhar Müfit Kansu’nun belki de onlarca kez okuduğum, 1920’lerin ilk günlerinde Ankara’da yaşadığı ve anılarında paylaştığı bir kesiti, kadim Ankaralıların iyi bildiği bir yaşanmışlığı, yine onun kaleminden sizlerle paylaşmak istedim. Bir vatan nasıl kurtuldu, bir ulus nasıl inşa edildi? Dilerim geç kuşaklara ulaşırız, ulaşabiliriz. Bizi biz yapan bu yaşanmışlıklar olmalı."Bir de geçinmek, para meselesi bizi sıkmaya başladı. Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı.
Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken, bulduğum çareleri eskisi gibi, kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündükse de, para tedariki hususunda bir karar ve neticeye vasıl olamadık. Çünkü, bankalardan ve müessesattan ödünç bile olsa. para almayı Paşa'ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey'e müracatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, "Kanunisani (ocak ayı) içindeyiz, ne giyeceksin!" diye ısrar ettiyse de, bu ısrar ne olursa olsun kulağıma giremezdi, aç mı kalacaktık, nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu husus da bir çare bulamayarak, hele bakalım sabah olsun, yine düşünürüz deyip odalarımıza çekildik. Ankara'ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta kadar bizi Belediye iaşe etti. Fakat bu, aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde veyahut para bulmak kabil iken, Paşa'nın hu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden müzdarip bir halde idik. Sabah oldu, gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeri giren zat, Müftü Efendi'nin (Rıfat Börekçi) geldiğini söyledi. Eyvah şimdi Müftü Efendi'ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama, şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözüne saklamıştım. Ya şekerli kahve isterse... ya sigara da vermek lazım gelirse... Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek, emri verilmişti. Fakat onu tedarik edecek kim de para vardı ki!...
"Paşaya haber veriniz" dedim.
İçerideki zat: "Paşa size gönderdi; Paşa ile görüştüler,” dediler
"Peki buyursunlar"
Müftü Efendi odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
"Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz değil mi?" dedim.
"Evet içmem" dedi.
"Sigara?"
"Onu da kullanmam" cevabını verdi.
Halbuki Müftü Efendi kahve de içerdi, sigara da, fakat biz buna meydan vermemek için böyle bir sualde bulunduk. Müftü Efendi, derhal vaziyeti anladı ve içmem deyip; tebessüm ederek,
"Sizin biraz sıkıntılı olduğunuzu öğrendik, az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik" dedi.
Bundan bir şey anlamadım, yatağın karşısında duran küçük kasayı göstererek,
"Paramız var" dedim.
Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile, cübbesinin altından bir torba çıkardı; içindeki kağıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
"Müftü Efendi, teşekkür ederim ama, önce Paşa ile bu hususta görüşmeniz iyi olur" dedim.
"Görüştüm, kasa Mazhar Müfit'tedir, ona veriniz, dediler".
"Pekala ”
Müftü Efendi parayı birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı, yüz, iki yüz, beş yüzü geçti. Nihayet tam bin lira kağıt para saydı. Bende yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunun üzerine emirberi çağırdım ve iki şekeri uzattım;
"Bize birer kahve pişir" emrini verdim...
Müftü Efendinin getirdiği bu parayı, memleketin esnafı aralarında toplamış, bizim parasız kaldığımızı anlamışlar. Müftü Efendi ile göndermişler, cümlesine teşekkürlerde bulunduk ”.
Esen kalın.