-Hatırlatmak için söylüyorum. Kadri Atabaş Türkiye’nin çok önemli mimarlarından biri. Aynı zamanda ODTÜ’de öğretim görevi hizmetini sürdürüyor. Ama biz onu daha çok, 1980 ile sonlanan, 80 öncesindeki son, ışıklar içinde uyusun, Ali Dinçer'in Belediye Başkanlığı sırasında da, Belediyenin en önemli ikinci adımıydı. Batıkent projesinde birlikte görev yapmıştık. Kadri Bey, bu deprem sonrası Facebook paylaşımlarındaki, o Facebook'u iyi kullandığını düşünüyorum, çok derin entelektüel tartışmalar başlatıyor orada. Bu deprem üstüne epey, iddialı söylemleri oldu. Ben de bugünlerde Murat Sururi Özbülbül ile birlikte deprem söyleşileri yapıyoruz. Kadri bey bir sorum olacak ama YouTube algoritması içinde de, herhalde bir 15-20 dakika içinde de yanıtlamasını isteyeceğim. Kadri abi; “Biz niye yıkıldık?”

-Niye yıkılmayalım ki! Cevabı bu. Niye yıkılmayalım ki. Ama detayını istiyorsan-

-Biraz konuşalım, yani ben şeyi de hatırlatalım, Kadri Bey, yani aslında şey, damdan düşen meselesidir, hem mimardır, hem kamuoyunun iyi bildiği mimarlardan biridir. Hatta cari olarak da mimarlık yapmaktadır. Jüri üyelikleri, başkanlıkları yapıyor. Üniversitede dersler veriyor. Ama 80 sonrası da, Doğan Taşdelen’in Belediye Başkanlığı sırasında, meclis üyeliği var. Yani şu anda depremi konuştuğumuzda ne kadar bileşen varsa, bir kamu ayağı hariç olmak üzere, ama kamuyu da belediyeyi de kamu diye değerlendirirsek. Her birinde görev yapmış biri, o açıdan bu soruyu bence en iyi yanıtlayacak insanların başında geliyorsun abi.

-Çok derin bir soru. Onun için mümkün olduğunca kestirmeden veya kısaltılmış versiyonlarıyla konuşmamız lazım. Şimdi, çok bir kere şunu bilelim; toplum olarak biz kent kültürünü daha hazmedemedik. Dolayısıyla biz kentli olmayı, kentte yaşamayı, çok da bütün nitelikleri ile biliyor değiliz. Bu ne demek, bir kere bu şu; normlara uygunluk, yani kent insandan belirli normlara uymayı, gününü nasıl kullanacağını, nasıl davranacağını, nasıl yaşayacağını da tanımlar. Özellikle 20 yüzyıl modernizm, falan filan. Şimdi bunu- bütün bu açılardan baktığında, bizim için kent bir yaşama yeri değil de, bir tür geçici durup, çıkılabilecek sanki bir yermiş gibi. Biz kent'e sahip çıkmıyoruz. Şimdi bu o kadar çok etkiliyor ki, evine sahip çıkmamak, oturduğun yapıya, sokağına, kendine, sahip çıkmamaya kadar uzanan boyutu var. Çok basit bir örnek söyleyeyim; şimdi hatırıma geldi, Ankara'da Cumhuriyet döneminde, arsa mülkiyeti değişimi yaklaşık 3, yani 100 yıl içinde arsalar ortalama 3 kez sahiplilik değiştiriyor. Bu çok yüksek bir turnover. Çok yüksek. Çünkü sürekli katsayı artırılıyor, sürekli o arsanın emsali yükseltiliyor, sahipliği değişiyor, birisi geçici gibi, yani buraya oturayım, şimdilik oturayım, fırsat bulduğum an daha başka bir yere göçeceğim. Hep ara ya, sanki çadır. Bu o kadar derin kent kültürünün olması, sahiplik duygusunun olmaması, o kadar derinden yaralayan bir şey ki.

-Ahmet Hamdi Tanpınar ile ilgili bir anımsatman olmuştu yayından önce, tam da buna bir motto değil mi hocam?

-Tam.  Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, İstanbul'daki sanıyorum Opera binasının, uzun süre sürüncemede atmışlardı galiba, yazdığı yazıyı, yahu diyor biz kentte sanki bir misafir gibi oturuyoruz. Sanki biz misafiriz, kalkıp misafirliğimiz bitecek, kalkıp gideceğiz. Adam bunu söyleyeli seksen, yetmiş seksen yıl olmuş, hala o noktadayız. Yani bunu çok derinden hissettiğim bir şey, bir yığın insan bana mesela, ben hala kentin, Ankara'nın eski bölgelerinden birinde, Esat'ta oturuyorum. Niye orada oturduğuma şaşırıyorlar, ben de niye oturmama şaştıklarına şaşırıyorum. O sokak kültürü benim, şimdi sokak kültürünü terk ediyoruz, kapalı siteleri geçiyoruz. Daha sokak kültürünü yaşamamışız. Yani biz daha mahalle kültürünü, kentin geçmişini bilmeyi, hafızayı yaşamadan, öbürüne atladık. Yarın öbür gün fırsat bulalım, oradan da başka bir yere atlamaya çalışıyoruz. Çekirgeler gibiyiz, oradan oraya atlıyoruz, oradan oraya. Dolayısıyla sahipsizlik duygusu, bunun arkasında bir yığın teknik neden sayabilirim sana.

-Bunları say ama sen Ahmet Tanpınar örneği verince, ben de kendi yaşam pratiğimle ilgili bir şey paylaşmak istiyorum. Benim Brezilyalı bir aile grubu, şeyim var, dostlarım var.  Beatris ve Oscar. Oscar anayasa profesörü şu anda Brezilya'da. Onlar bir 10 yıl kadar önce, ülkede bizim konuklarımız olmuşlardı, o çocuk geldiğinde işte, kırklı, ellili yaşlarında neyse, onlu yaşlarında Türkiye'ye gelmişler. İstanbul’u ve Ankara'yı gezmişler, bir okul turuyla. Bana şunu söylemişti; ya bundan dedi, o tarihte söylediğinde, bundan 35-40 yıl önce de Türkiye'ye gelmiştim. Siz bu coğrafyaya yerleşememişsiniz dedi. Niye dedim? Ya orada geldiğimde de inşa halindeydiniz şimdi de inşa halindesiniz dedi.

-Bitmiyor. Çünkü sürekli, yani tabii bir yığın neden var. Cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun %87.3’ü. Yani nüfusu 10.000'in altında olan yerde yaşıyor. Yani nüfusun sadece %13’ü, nüfusun on binin üstünde olan yerlerde yaşıyor. Bunun içinden, İstanbul'u, İzmir'i, yani biraz daha gelişmiş birkaç yeri çıkar. Türkiye bir köy toplumu. Köyde yaşamaya alışmış ve şimdi 85 milyon bir ülke, hadi hukuken köyleri kaldırdık, mahalleye kattık falan ama, öyle bile olsa bile, %70'i ki kentli. Bu inanılmaz bir göç alması demek kentlerin. Bununla başa çıkabilmek gerçekten zor iş. Yani Türkiye bir yığın şeyle başa çıkmaya çalışıyor, artan nüfusla başa çıkmaya çalışıyor, onun kentlere yığılması ile başa çıkmaya çalışıyor, köyden kente tarım toplumundan endüstriye dönüşürken, bunu karşılayabilecek çapı yokken, aniden kentlere gelmesiyle başa- o kadar sorunla başa çıkmaya- çıkamıyorlar. Sonuçta da Türk siyasetçisi, yöneticisi önüne gelen sorun o anda neyse onunla uğraşıyor abicim.

-En popülüst kararları veriyor. Hatta bizim birlikte eleştirdiğimiz gecekonduların imar mevzuatına dönüştürülmesi operasyonu, Turgut Özal.

-O operasyon, yani bugün hani bir yığın şey konuşuluyor. Bunları bilmeden Türk halkının, hani şey çok kolay; namussuz müteahhit. Tamam, ya hangimiz namusluyuz? Yani ben onun için kırmızı pazartesi diye yazıp duruyorum. Belki bilmeyenler için, Gabriel Márquez’in ünlü kitabı, Kırmızı Pazartesi. Konusu şu; bir tane adam var, öldürülecek. Kan davası var. Öldürecek üç kişi de belli ve pazar yerinde öldürülecek, o günde pazar yeri kuruluyor, adam dışında herkes, akrabası, eşi, dostu  herkes adamın öldürüleceğini biliyor, bilmeyen bir tek adamın kendisi. Bu kırmızı pazartesi diye, dünya literatürüne geçti bu olay. Bizdeki hikayede buna benziyor, yani ortada şeyin, yaşananın aslında herkes ne olduğunu biliyor. Hiç kendimizi kandırmayalım, aynaya baktığımızda kendimizi görmemiz lazım. Ben onun için uykularım kaçıyor, ben uyuyamıyorum, herkes bana ulan sen manyak mısın? yani belki de manyağız, bilmiyorum ama hepimiz biliyoruz olacağı. Şu anda İstanbul'da deprem olacak. Biliyor muyuz? Biliyoruz. Maksimum 7 yıl içinde bu deprem olmazsa 7,5 bulacağını biliyor muyuz? Biliyoruz. Belediye Başkanı rakam açıkladı. 190 bin yapı dedi. 1 milyon 900.000 birim konut, üç buçuk milyon insan, ağır hasar. 500.000 ölü demek. Hiç şakası yok. Eee? Bunu biliyoruz, rakam olarak biliyoruz.

-Hatta şeyi, şeyi biliyoruz Kadri abi, ben o simülasyonu izledim de, bundan birkaç yıl önce İstanbul'da. Hangi şiddette, hangi depremin, hangi lokasyonda, binayı, binayı ne tarafa doğru yatıracağını biliyorlar. Japonlar yapmış bunu. Hatta merak saikiyle de akrabalarımın binalarına da bakmıştım. Ne tarafa doğru devrilecek diye. Bu netlikte biliniyor.

-Evet biliyorlar ama herkes yaşıyor. Onun için, biz bir şekilde, bu kırmızı Pazartesini, toptan yaşıyoruz bir kere. Çünkü o kadar, Türkiye'nin bir yığın sorunu var. Bunları Etap Etap, çözmeye kalkana da, Türk halkını sabrı yok. Çünkü bunun gerektirdiği bir, ortak hafıza, medeniyet, bu sistemi kuramadık. Ha bunu da, gene ilave söyleyeyim, çünkü bunu çok önemsiyorum. Özal döneminin iyi ve kötü tarafları var. Bunu benim şeyim değil ama bir kötülüğü var ki arkadaş, bunu Türkiye çok net bilmek zorunda. Gecekonduya af çıkardı. Turgut Özal’a kadar gecekonduya göz yumuldu. Sol sağ, hangi iktidar, göz yumduk. Niye altından kalkılamayacak bir yüktü.

-Daha çok da Sosyal Demokratlar göz yumdu hocam. Yardım ettiler, yani hep birlikte-

-Hayır hepimiz ettik. Ama tek katlı bina diye. Sökülebilinirdi ve kamunun alanında. Ona çeşitli tedbirler bulundu, yani gecekondu önleme bölgelerinde yaşayanlar için, Sosyal Konutlar yapıldı ama hiçbir zaman, oraya tapu, hiçbir iktidar vermedi. Çünkü o hepimizin malıydı. Turgut Özal; oy için ben size tapu vereceğim dedi.

-Tabi, kat vereceğim, mülkiyet vereceğim.

-Bunun bir yan etkisi var ama beni ilgilendiren etkisi Türkiye'nin ortak hafızasını, etik kodlarını, Devlet yapısını, tutan, bir arada tutan harç, okumuş, yazmış, o toplumun ciddi aydın demiyim, okumuş yazmışı da, el sürmüyordu. Bilmiyor mu yoksa hepsi biliyor! Gidip bir yeri kapatır, esas o biliyor nasıl kapatılacağını. Hiç kimse bunu yapmadı. Bunu etik bulmadılar. O devlet geleneğine uymuyordu. Özal bunu yaptığı gün, aniden, karşılarında, orayı işgal ettiği için, aniden 4-5 konut, daire sahibi olan birileri, milyonların sahipleri onlar ve 1-2 bunu yapabilecek iken, her türlü imkanı varken, sadece kendi etik kodlaması nedeniyle yapmayan, Türkiye'nin en iyi yetişmiş kadrosu koptu abicim. Koptu, bu söylenmiyor ama koptu. O andan itibaren Türkiye'nin sınırları kesilmiştir. Artık adam diyor ki, yani ne olur, yaparsa yapsın artık. Maalesef içim kan ağlıyor ama artık, yapanın yanına kar kalıyor. Biz o gün başka şeyler de olmuştu ama o çok şiddetli konuş-

-Hocam bunların, toplumsal başka kodları da ortaya çıktı, eş zamanlı. Benim memurum işini bilirdi. Onu destekledi, anayasayı bir kere değiştirsek de bir şey olmaz hali ortaya çıktı. Böylece kamuya dair bir şey kalmadı.

-Kalmadı, tabi bu peşinden, nasıl olsa buna da göz yumulura dönmeye başladı. Binlerce dava, yani Türkiye'de bildiğim kadarıyla mahkemelerdeki davaların büyük çoğunluğu apartman davalarıdır biliyor musunuz? Yani herkes birbirine şikayet etmiştir. Bu çıkan imar aflarının-

-Tabi, bütün Türkiye’nin ayakta alkışladığı imar affıyla, şimdi affettiğimiz yapı stoğu açıklanıyor, kent kent deprem bölgesinde, ne kadar affettiğimiz yapı varsa, tam o sayı kadar da bina aşağıya indi.

-Çünkü affetmemenin bir bedeli yok artık. O nedenle Özal tarihindeki olayı anlattım. Çok şiddetli bir konu. Yani bugünkü deprem ne kadar şiddetliyse, inanın ki o tarihte yapılan gece kondu affı ve tapu verilmesi, affı değil pardon, gecekondu hep affedildi ama tapu verilmesi ve 4 kat inşaata izin verilmesi, Türkiye'nin tüm kentleşme hukukunun, inşaat hukukunun, baştan aşağı bugünkü Maraş depremi gibi çarpılmasıdır. Yani bunun etkisi gibi düşünün lütfen. Abartmıyorum o çapta bir etkidir. O tarihten bu yana, kimse artık imarı dinlemez oldu, yaptığının yanına kar kaldığını biliyor, istediğini yapıyor, kanunsuz bir ee batı kasabası, batı kovboy kasabasına döndük. Evet böyle ve bunun içinde de siyasetçiler de biliyor ki, ne yapsalar kar kalacak. Bu kadar şey oldu, bir şey olacağı mı sanıyoruz? Ben çok sanmıyorum. Yani bu, bu duygusal anlar geçtikten sonra ne olacağını bilmiyorum. Bir de öbür kısmı var, yani tamam bütün bunlar oluyor, gerisini affedelim. Hayır affedilecek bir tarafı yok, işin tabi. Şunu da unutuyoruz. Şimdi o kadar kolay söylüyor ki sayın Cumhurbaşkanı, hemen konut yapacağım. Yahu sen de ben de Batıkent'te çalıştık. O zamandan biliyoruz ki, konut bir yerleşim yaratmanın yüzde onudur, maliyet olarak, %90'ı arsa ve sosyal ve teknik kültürel altyapıdır. Türkiye %10’u ile uğraşmıştır. Tamam, bu yapılsın ama şimdi yani ben hemen yapacağım- Bütün altyapı gitti. Sen de bende biliyoruz. Yani sırf yolu kastetmiyorum. Orada kanalizasyon gitti, elektrik gitti, su gitti, şu gitti, bu gitti bitti. Hepsi gitti. Olanı kurtarmak için yeniden yapacaksın, oradaki hafriyatları-

-Ve aynı yere mi yapacaksın bir de?

-Bir de aynı yere yapacaksın. Aynı yere yapmasan daha pahalı. Yani, yeniden 10 tane kenti kurmak ne demek biliyor musun abi? 10 milyonluk kent nasıl kurulur? İş yeri nasıl açılır? Kent bir tek konut değil. Çok karmaşık bir organizasyon kent ve bunu zorla bir yere getirmişsin. Şimdi oradaki bütün iş yerleri gitti, milyonlarca insanın işi gitti. Eğitim gitti, sağlık gitti. Günlük hayatta köşe başı bakkalın gitti, avm ise avm- her şey gitti. Bunu yeniden ben bir sene içinde kurarım. Sayın Cumhurbaşkanı kendine çok güveniyor. Umarım bir sene vakti olur ama böyle bir şey yok. Bu kent olmaz. Bu dağ başına site yapmak olur. Yani bir yere şimdi kuruluyor, bir yığın toki siteleri var ya, site kurmuşlar.

-İşte geçmişte biz bunlara yatakhane şehirler diyorduk, yatakhane oldu yani.

-Evet, işte onun içinde biz bir türlü yerleşemiyoruz. Bu yerleşme değil, o oraya geçici çadır  koyuyorsun sabah da alıp gideceksin. Böyle bir şey yok. Ha diğer kısmına gelince peki, yapılanın kabul edilebilir bir tarafı var mı? Yani bir yere siz yapı yapacaksınız, onun jeolojik yapısını bilmek zorundasınız. Türkiye'nin %90'ı deprem bölgesi diyoruz. Neyse 2000 yılında jeolojik şey, daha önce de vardı. Jeolojik etüt, her zaman vardı ama büyük çapta yapılıyordu.

-Şimdi bir apartman ölçeğinde, bir mikro bölgeleme isteniyor artık.

-Daha özel isteniyor yani, yoksa daha önce yok değildi. Gene vardı. Sadece bakıyordu, belediyesi hani sağlam bölgede belediye bir karar alıyordu, burada buydu. Şimdi parsel parsel isteniyor. Daha titiz, çok güzel. Peki onu yaptın, sonra ne oluyor bakıyorsun, projeyi çalışacağım, çalıştın, çok güzel, çok da iyi bir proje çizdik, uygulanacak, bu hükümet tasarımcıların ve kamu, yalnız tasarımcıların değil, kamunun denetimini elinden aldı. Görünüşte var ama şöyle aldı, yapı denetim firmaları diye bir şey çıkardı. Teknik eleman odaları ilk çıkardıkları daha şeydi-

-Havuzdu, iyiydi, hiç fena değildi.

-Yani iktidarda şeydi, acemilik dönemiydi, yerine oturmaya çalışıyordu ya, herkese gülücük atıyordu, güzel. Sonra onu değiştirdiler, yapı denetim firmaları direkt bakanlığa bağlı hale geldi. Ya kardeş. Ya Bakanlık olarak niye merkezileştiriyorsunuz gene? Türkiye kaç yıldır, tek parti yapısından çıkmaya çalışıyor, siz neden yeniden- Hayır her şey bizim kontrolü- niye teknik eleman odalarına güvenmiyoruz yerel- hiç kimseye güvenmemenin bir tek kendi kurduğuna güvenmenin belirtisidir. Dolayısıyla bu yetkiyi aldı ve felaket çıktı. Yapı denetim firmaları hepimiz biliyoruz kimse kimseden saklamasın, inanılmaz kırımlarla işe aldılar. İnanılmaz kırımlarla, rakam konuşmayalım. Güya almamaları gerekiyor ama onun çözümleri 1000 tane formülü var, bilen biliyor Türkiye’de. Dolayısıyla inanılmaz kırımlarla işe aldılar. Bu parayla bu işin yapılması mümkün değil, benim çok ciddi dostlarım vardı yapmadılar, bir kurdular önce dediler ki ya Kadri bu rakamlar biz ciddi yapacaksak mümkün değil. Biz bunu yapamayız, peki ne yapacağız? Tamam, kimin diploması varsa getirin. Diploma karşısında, bakıyorsun kağıt üstünde şey tamamlanmış, ekip tamamlanmış. Hepsi var, teknikeri var, kadro şahane ama böyle bir kadro yok. Dolayısıyla kontrol edilemiyor. Peki onları kim kontrol edecek, yapılan imalatı, bir tek şey yaptılar, onu hala umut ediyorum ki bir yerdedir, beton, betondan numune alınıyor olması lazım, umarım o yapılmıştır diyeceğim ama yıkılan yerlere bakınca ona da güvenim yok.

-Doğru, ne kadarının 99 sonrası olduğunu biliyoruz depremde.

-Dolayısıyla onu da bilemiyorum.

-Büyü bozuldu orada.

-Artı yani hakikaten, istediğin, dünyanın en iyi projesini çiz. Eğer yerinde yapılırken, o işçi, onu doğru yapmamışsa ve onu sen doğru dökülünceye kadar kontrol edememişsen, bu sistemin yoksa, bir de tabii etik bir dünya yoksa, yani senin hala kalıpçı ustan bir eğitimden geçmiyor, Demirci usta, bugün bile geçmiyor. Hiçbirinin ciddi, elinde sertifikası bir eğitimden geçmişlikleri yok, bir etik dünyaları yok, yapıyor. Dolayısıyla yapılan inşaatlara ne kadar güveniyorsan, e bu kadar güvenim var. Bütün bunların biz bir arada olduğunu biliyoruz. Hele 2000 öncesi Batıkent'te hatırlarsın, Ankara'nın ilk hazır beton santrallerini biz şantiyede araziye kurduk. O tarihe kadar Ankara'da-

-Japon arabası ile atıyorduk, betonerlerle atılıyordu.

-Aynen, iş bu ustanın şeyine kalmış. Onu oraya çıkaracak, el arabasıyla götürürken dökecek, araba araba dökülüyor. Bundan iyi bir inşaat çıkması mümkün değil, şunu da söyleyelim, çok korkutmamak için, Türkiye'de yapılan statik hesaplar başka yerlerden yüksektir. Çünkü bunu bildiği için herkes, çalınacağını, betonun kötü olacağını, hepsine bilirler, onu eklemişlerdir. O nedenle gene de, hani bir yere kadar sağlamdır, hani şey de söyleyeyim, ben Ankara için mesela merak ediliyor bazen, Ankara 3. derecede deprem bölgesidir. Aslında dördüncüydü de-

-Bir yükseldik, evet.

-Artı her şeye rağmen, Ankara imarı, göreceli olarak, Türkiye'deki en iyi uygulama ve imardır. Göreceli olarak. Onu peşinen söylüyorum.

-Göz önünde bu kadar oluyor zaten.

-E başkent olduğu için, İmar Müdürlüğü Özel kuruldu, o devlet geleneği önce burada oluştu. Bu anlattığımız imalatlarla yapılıyor. Başka çaresi yok. Bunun çaresi neydi? Binayı yükseltmeyeceksin. Yani 2-3 katlı olsa belki ama nüfus geliyor, altyapıyı yapamıyorsun. Ankara'nın bile, kanalizasyonunu nereye yükleyeceksin, suyunu nasıl getireceksin, çözemiyorsun. Kent kurmak zor iş. Çok medeniyettir kent kurmak ama bu nedenle medeniyettir. Onun için çöküyoruz ve olan yerin hepsini konut doldurmaya çalışmak. İzahı yok, izahı yok. Dolayısıyla baktığımız zaman hani, tam kırmızı pazartesi, yapı denetim kurmuşsun, çalışmıyor sistem, hadi şimdi iki senedir uyandılar, bilgisayar atamasıyla, yapı denetim, bir parça uyandılar diyelim, hadi beton iyi geliyor ama dediğim gibi, ya yerindeki imalatı ne kadar denetleyeceksin, bunun daha sistematiği kurulmamış, hala teknik eleman odaları devreye sokulmuyor, onlar da o nedenle duruyor. Yerel yönetimler, eskiden imar, belediye teslim alırdı, belki hatırlar mısın bilmiyorum. Çok önceleri, müteahhit başvururdu, katım hazır diye belediyeden ekipler giderdi, Ankara’da böyleydi. Vakit alıyordu, ağlıyorlardı, şimdi güya işi hızlandırdılar. Hani belediyeden çıkardılar. Dolayısıyla o tarihte, belediye kendi kontrol edip, teslim alıyor şantiye şefi vardı. Şimdi onların yerine, yapı denetim bu kadar çalışıyor. Bu sefer işte bilgisayarla atayacağız, diye başladılar ama en korkuncu, hiç unutulmaması gereken bir şey. Bu hükümet öyle bir şey yaptı ki, bu iktidar... Kentlerin plan ahlakını ve düzenini bozdu. Yani artık bir şehir planlaması diye bir şeyden bahsedemiyoruz, gece yarısı aniden, Çevre Bakanlığı burayı kentsel dönüşüm alanı ilan ediyor, parsel boyutunda- Şu anda Ankara’da, Merkez Ankara diye çılgın bir şey yapılıyor.

-Çok çirkin, çok kötü Ankara'ya hainlik, ihanet.

-İhanet ve bir bakıyorsun, Melih bey zamanında, Çevre Bakanlığına devredilmiş. Çevre Bakanlığı Toki’ye devretmiş. Emsal 5.

-O da emlak üstünden, emlak gyo üstünden.

-Evet, emsal 5. Kimse bu kente ne yükleyeceğini hesap edemiyordu.

-Ankara'da konut yapılmayacak tek yerde orasıdır.

-Asla, asla kentin geleceği için o kadar- Ya elimde fırsat olsa yıkarım arkadaş. Gözümü kırpmadan yıkarım.  O kadar karşıyım bu işe. Kente hainlik. Yapıldı. Bunu ama her yerde yapıyor, bakanlık şu anda. Yani şu andaki, iktidarın döneminde, Türkiye hiç yaşamadığı kadar, tek partili bir rejim yaşıyor, bunu bilelim. Kentleşme anlamında, gerisini bilemem. Kentleşme anlamında doğrudan, parsel boyutunda müdahale eden, imar düzeneğini yıkan, dolayısıyla bir kez bu görüldükten sonra, herkes bakanlığa gitmeye başladı, tanıdık bulayım da, neyse gereği yapalım abi’ye döndü iş. Bu kadar plansız- Bir kere bunun içinden çıkabilmek için, yeniden oturup, yeniden demokratik bir yapıya geçmek gerekir. Bu plan kararlarını, tüm katılımcılar yavaş olacak, demokrasi hızlı bir şey değil ya! Batıkent’i beraber yaşadık biz. 2 sene içerisinde nereden nereye getirdik. Hızlı da iş yapılır ama 24 saat çalışırsın.

-Aslında niye yıkıldığını çok iyi anlıyoruz, bizi izleyenler de anlıyorlar, ilk defa dinleyenler de anlamıştır diye düşünüyorum ama yeni döneme ilişkin de, bir şey yapmak lazım. Bunlar nerelerini nasıl düzeltmemiz gerek diye. En azından Bakanlığın yerel ölçekte, parsel ölçeğinde, bu müdahalesinin önüne geçilmesi gerektiği kesin, ben o siyasal bir karardır, hemen üretilebilir diye düşünüyorum ama iki tane önermemiz var bizim. Ben hem bunu hızla söyleyip, biraz da check etmek istiyorum. Şimdi birincisi, benim partnerim Murat Sürürü Özbülbül’ün, şimdi yazarak dillendirmeye başladığı bir teklifi var, ben çok ilginç buldum. Biz araçlarımızı, çoğu marifetiyle araç muayene istasyonlarına götürüyoruz, iki yılda bir ve devlet bize diyor ki, bu araç artık trafiğe çıkabilir sorunu yoktur diyor ve çok ciddi bir şey yapıldı, kontrol yapıldığını biliyorum. Yani frenleri arızalı bir aracı, oradan siz geçiremezsiniz, geçmez. Murat'la şunu değerlendirdik, bu binalar, bütün bu kontrolsüzlük içinde, en kontrollü bir şekilde bile, iskan ruhsatı alırsa, ki iskan ruhsat dediğimiz şey, devletin bu binada oturulabilir, güvenlik içinde oturursun, garanti belgesidir. Bu yıkılan binaların, istisnasız tamamında da, iskan müsaadesi vardır. Ama şunu da görüyoruz, iskan sonrası, binada operasyon başlıyor, aşağıda kolonları kesiyoruz ve arada taşıyıcı duvarları kaldırıyoruz, odaları büyütüyoruz, altına bir tane fırın koyuyoruz, onun yüksek ateşiyle içerideki çimentomuzu, betonumuzu berbat ediyoruz, sonra da, biliyoruz ki ben bunları bilmiyorum diyor belediye, ruhsat verdiğimde böyle değildi. Önermemiz şu, yani Murat'ın dillendirdiği husus şu; 10 yılda bir şey getirelim, Tuğ benzeri, ara, şeyler, yapılar ama daire daire, içi gezilerek, binanın içi dışı, her tarafı, 17 yıllık periyotlarda, aynı biz binanın asansörleri, şimdi yıllık, Makine Mühendisleri Odası onay veriyor değil mi? Bu asansöre binebilirsiniz diye. Binalarla ilgili, 10 yıllık şey var, bir Tuğ benzeri, bir yapı denetimi gelse iyi olur diye düşünüyoruz. Bir de benim sıkça, şimdi, yeni dönemde dillendirdiğim bir husus var, bu belediye esasında küçük bir operasyonda düzeltilebilir. Hemen düzenlenebilir. Şimdi sorun şu; bir sürü jeolog hocalarımız açıkladılar, bu işler manava, kasaba, bakkala, kaldı, imar da, komisyon üyelerinde, meclis üyelerinde diyorlar. Ama bundan biraz müşteki olduğunu da biliyorum, Çankaya Belediyesi, deneyimini yaşarken, sen bunu bizzat yaşamıştın. Burada önermem şu; kentlerde ve büyük şehirlerde, büyük şehirlerde ilçe belediyeleri dahil olmak üzere, öyle öneriyorum büyükşehir meclislerinde de, kamusal kurum olduklarını iyi bildiğimiz, aslında STK bile denmez. Mimarlar Odası var. İnşaat Mühendisleri Odası var. Biraz derinleştirilebilir ama temel olarak, inşaat ve mimarlık ve belki jeolog odası, jeoloji Mühendisleri Odası temsilcileri seçimle gelmiş, yönetim kurulunda temsil edilen, üyeleri belediye meclisinin üyeleri olabilirler çünkü kendileri de seçilmişlerdir, kamusal da bir yetkileri var. Belediye meclisinde, 30 tane meclisi üyesi mi seçiyorsunuz, üç tanesini, 27 tane seçeceksiniz, üç tanesi de bu odalardan gelecek, bu temsilciler, o temsilciler belediyenin bütün işlerine de karışmasınlar, yani klasik belediye meclis üyesi gibi davranmasın, imara dair konu konuşulduğunda, oy kullansınlar, söz söylesinler, imar komisyonunda da, aynı encümen üyeleri gibi kanuni görev yapsınlar. Yani, hani mimardı, kasaptı, o da var, bu var, işte bakkalda, derken, her imar komisyonunda, inşaat mühendisi odasının, mimarlar odasının temsilcileri de, görev yapsın diye bir teklifim var. Ne dersin?

-Bunlar zaten sistem iyi yürüyorsa geçerli. Şu anda mesela Türkiye'de, pek çok yerde, çıkacaktır daha ortaya göreceğiz, bu yıkılan yapıların çoğunun, alınan kararlarda muhtemelen tekli kadrolar olacak. Muhtemelen göreceğiz. Kent kültürünün, zayıf olduğu her yerde bu sorunlar çıkar. Bu söylediğin bir ara çözüm olarak işe yarar mı? Olabilir, bir örnek olarak söyleyeyim, benim belediye meclis üyeliğim döneminde, bir proje için ben inat ettim, bize proje teklifi olarak sunsunlar dedim. Genişçe bir arsa üstündeydi ve Mimarlar odasının fikrinin alınmasını istedim. Tabi İmar Komisyonu müthiş karşı çıktı. Nereden karışıyorlar işimize- ürktüler, ben gider konuşurum dedim. Mimarlar odasıyla konuştum. Mimarlar odasının temsilcileri geldiler. Projeyi dinlediler, fikirlerini söylediler, mutlaka bir kere şuna katılıyorum, ne olursa olsun bu kentin bileşenlerine ve özellikle bu tür, konusunun uzmanı bileşenlerinin, ikinci bir yol olarak çünkü birinci yol zaten kendi imar müdürlükleri var, yani birincisi bu imar mevzuatının yeniden düzeltilmesi gerekiyor. Yani, o ayrı bir duruyor ama ikincisi, diğer siyasi karar arama, eğer ki seviyesinde de, katılmaları gereklidir. Buna katılıyorum ama bunun yöntemleri nasıl olmalıdır, tartışmak gerektiği fikrindeyim.

-Peki ama benimki, çok genelde bir başlık tanımıydı bu. Ayrıntılarıyla ilgili bir teklifim yok.

-Katılım bence de gerekli. Yani Amerika'da, ya herif mahallede yapılacak yapıyı, önce mahallenin kuruluna soruyor,. Örnek olarak söyleyeyim, Los Angeles'ta Tolgetti müzesi. Bir tepenin üstündedir. 1 milyar dolar harcandı projeye. Projeyi önce daha yoğundu, yaptıkları yapı. Civarda oturan yerleşik nüfus, projeyi reddetti. Yüksek oluyor, istemiyoruz dediler. Bu sefer projeyi, bir tür kent gibi, alçaltıp, yükseltiyi yeniden bir Akropol gibi tepenin üstüne yaymak zorunda kaldılar. Hiç kimse demedi ki, hop bir milyar dolar, dünya çapında, daha ne istiyorsun-

-Buna itiraz eden de mahallenin sakinleri.

-Evet. Dolayısıyla Paris’te, Eyfel Kulesi dışında, ilk defa, yeni bir tane, bu bayan belediye başkanı döneminde, bir tane, Paris Triangle diye, bir bina yapılıyor şimdi. Ortalık birbirine- senelerce kavga ettiler, seneler sürdü kavgaları. Yani kentlerde öyle kolay kolay, hadi yapalım- Aceleye gelecek şeyler değil bunlar. Nüfusu, Türkiye'nin çıkmaza nüfus artış hızı çok fazlaydı ve kentler dediğim gibi köylü toplumundan çıkarken, çok yığılma oldu. Durup, sakin sakin, bunları konuşacak fırsat bulunamadı ama biz de, buna karşı tedbir almalıyız. Tamam buysa haklısın, dolayısıyla bir şekilde, bu sürece, en azından, uzman, yetişmiş kadrolar, üniversiteler olabilir. Pardon söylediğin hatırıma geldi. Çok komik. Melih Gökçek’in hayatında, Belediye başkanlığı yaptığı iki iyi şeyden biriydi, hatırlar mısın? Estetik Kurulları kurmuştu.

-Evet, hatırlıyorum.

-Ve o Estetik Kurulları, yanlış hatırlamıyorsam, 5 kişiydi, 3 tanesi üniversite ve teknik eleman odalarından geliyordu. Sonunda Altındağ Belediyesi, işime karışılıyor diye, mahkemeye başvurdu. Akıllı mahkememde, kimdi ise, yürütmeyi durdurma verdi. Melih’te bir daha kurmadı.

-Meclis sonra odalarla ilişkisini kesti zaten.

-Ve inanır mısın? En çok karşı çıkanların çoğu mimarlardı. Ben kendimden biliyorum. Efendim biz mimarız, projemize nasıl karışılır diye. Yani onun için Türkiye’de bir şey söylerken de hani, hepimizde hastalık var. Bir kere bunu bilmemiz gerekiyor. Hepimizde bir hastalık var. Dolayısıyla, o tarihte mesela çok doğru bir şey. Gene aynı şey yapılabilir. Ben kurulması gerektiğine müthiş inanıyorum. Kentin Estetik Kurulları olmalıdır. Evet, bunda teknik eleman odaları ve üniversiteler olmalıdır. Bu söylediğine zaten karşı, o zaman kent siluetine müdahaleyi durdurursun, kentin yoğunluğuna müdahaleyi durdursun, pek çok danışma niyetine alabilir kararı ama olmalı, bunda çok haklısın. Ben ona ilaveten üniversiteleri katıyorum. Bunu söyleyeyim. Üniversiteleri katıyorum, teknik eleman odaları, bunlar mutlaka- yan kurullar halinde, tavsiye kararları mı sunarlar, ne yaparlar? Mutlaka bulunmalılar. Öbürü neydi? Bir şey daha söylemiştin?

-O 10 yılda bir bina.

-Ha. Ya onun, çok iyi niyetli bir öneri olduğunu farkındayım.

-Hiç olmazsa arada bir dosyayı durdurup, ya bu ruhsattan sonra aşağıdaki kolonları kesmişe, bir kamu müdahale eder, fikrimiz de buradan geliyor.

-Anladım, anladım da şöyle. Türkiye'deki bildiğin gibi, belki, Türkiye'deki davaların büyük bir yüzdesi apartmanda birbirini şikayet edenler yüzündendir. Aslında yargıtay doğru bir karar vermişti o konuda ama sonra bu hükümet, aslında imar barışının çıkış nedeni, bu basit davaları ortadan kaldırmaktı.

-Öyleydi zaten, öyleydi.

-Bunu bu hale sokan maalesef bu iktidar dönemi oldu. Bununla alakası yoktur. Yoksa şöyle, konut da, insan gibi değişir, önce bunu içimize sindirelim. Yani ben bir proje çizdim diye mimarım, yani o bina yıkılıncaya kadar, aynen- Hayır zaman içinde değişebilir çünkü betonarme bir binada ara duvarı kaldırabilirsin. Aile yaşamı değişiyor. Bir binanın ömrü 100 sene. Yani alışılmış, ayrık mutfak yerine, şimdi açık mutfak sistemi var. Pekala değişebilir. Ama şunda haklısın, değişimi bildirmeleri lazım.

-İzne bağlı olmalı.

-Değişim mutlaka izne bağlı olmalı. Ben de yakın tarihte öğrendim. Amerika'da, yapının içindeki değişim için bile, mimarının onayı gerekiyormuş. Çok önemli bir şey bu.

-Ki onların duvarları playwall yani.

-Ona rağmen, dolayısıyla, evet haklısın, bizim bu gecikmiş, kentleşme bilincimizin yaşayabilmesi için, bu tür ara kurumlar, kurmamız gerekiyor. Haklısın ama nasıl kurulur? Yani sınırlarını tabi tartışma- ama o sonraki iş.

-Yani çok acılı bir günde konuşuyoruz, rahatsız ediyoruz. Hem demin sen de söyledin, evet yani, metabolik ağrılar çekiyoruz...