Yıl 1985. Ankara’da BATIKENT Projesi’nin içindeyiz. KENTKOOP çatısı altında, yaklaşık 400 kişilik bir kadroyla çalışıyoruz. Türkiye’de kooperatif eliyle gerçekleştirilen en büyük kentleşme hareketlerinden birinin tam merkezindeyiz. İşte o yapı içinden, Birleşmiş Milletler’in çağrısıyla Norveç’e düzenlenen programa seçildik. Ben ve bir başka arkadaşım, KENTKOOP’u temsilen katıldık. Yanımızda, dönemin Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndan iki üst düzey kamu yöneticisi vardı. Böylece dört kişilik bir Türk heyeti, Norveç’e doğru yola çıktı.

Norveç’te İlk Karşılaşma

O dönem Norveç’in nüfusu sadece 5 milyon, Türkiye’nin nüfusu ise 50 milyondu. Daha havaalanında bizi karşılayan Frank Patterson, Türkiye denince aklına gelenin Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal olduğunu söyleyince heyecanlanıyorum. Program başlıyor, bakanlığı ziyaret ediyoruz. İnce uzun, iki katlı mütevazı bir bina. Kapıdan girip bizi karşılayan kişiyi önce özel kalem müdürü sanıyorum. İkram ettiği kahveler eşliğinde sohbet ilerlerken fark ediyorum ki karşımızda oturan aslında bakanın ta kendisi. Daha 10. dakikada bakanla konuşmaya başlamışız.

27 Kişilik Bakanlık

Bakanın söyledikleri benim için şok edici oluyor:
“Biz bütün mimarlık ve mühendislik hizmetlerini yarışmayla elde ederiz. İnşaatları uluslararası ihaleye çıkarız. Kontrollük işini bile yabancı firmalara yaptırırız. Bizim bakanlık olarak yaptığımız tek şey nakit akışını yönetmek.”
Ve ekliyor: “Ben dahil, bütün bakanlığı 27 kişiyle yönetiyoruz.”
O an, Türkiye’de Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın taşra teşkilatıyla birlikte 150–200 bin kişilik kadrosunu düşünüyorum. Onlar 27 kişiyle ülkenin tüm konut politikasını yönetiyor, bizde ise devasa teşkilatlar kağıt işlerinde boğuluyor.

Orman İçinde Kentler

Norveç’in %97’si ormanlarla kaplı. Kalan %3’te yollar ve kentler var. Bu nedenle her yeni yerleşim alanı mecburen çam ormanlarının içine kuruluyor. Beşer bin konutluk Holmlia ve Holmenkollen yerleşimlerini gezdiriyorlar bize. Yeşilin içinde yepyeni, düzenli kentler… Ama asıl çarpıcı olan, bu kentlerin yanına dağın içine oyulmuş dev sığınaklar.

Sığınakların Gölgesinde Yaşamak

  1. Dünya Harbi’nin Norveç’e bıraktığı en büyük korku Sovyet istilası ve nükleer saldırı ihtimaliydi. Bu korku onların şehircilik kodlarına işlemiş. Beş bin konutluk bir kentin yanına, bütün o nüfusu aylarca yaşatacak sığınak inşa ediyorlar. İçinde gıda depoları, giyecekler, spor alanları, küçük araçların dolaştığı yollar… Bir nükleer serpinti olsa, bütün kent dakikalar içinde içeri alınıp kapılar kapanacak ve içeride aylarca yaşayabilecek düzenekler hazırdı. 1985 yılında gözlerimle gördüm; bu düzenekler hâlâ canlıydı.

Ekonominin Arkasındaki Hakikat

Bugün Türkiye’nin kişi başına milli geliri 11–12 bin dolar. Norveç’in ise 120 bin doların üzerinde. Aradaki fark sadece rakam değil; şehirlerin nitelik ve kalitesine de yansıyor. Onların projeleri ciddiyetle, titizlikle ve yüksek standartlarla üretiliyor. Çünkü arkalarında ekonomik güç var.

Son Soru ve Kişisel Not

1985’te Norveç’te gördüklerim bana hâlâ tek bir soruyu düşündürüyor: Biz neden kalabalık kadrolar, büyük bakanlıklar ve dev teşkilatlarla aynı ciddiyeti, aynı kaliteyi üretemiyoruz? Belki de mesele sadece kaynak meselesi değil; belki mesele işi özünden kavramak, az insanla çok iş yapabilmek.

Ve kişisel olarak şunu eklemeliyim: Meslek yaşamımın daha başında sayılabilecek o yıllarda edindiğim bu deneyim bana çok şey kattı. Bugün geriye dönüp baktığımda, şehircilik anlayışımda, yönetime bakışımda, hatta hayata dair kavrayışımda Norveç’te gördüklerimin izlerini hâlâ taşıyorum. O gün öğrendiklerim, mesleki yolculuğumun pusulasında hep var oldu.