Bugüne dek Gizlenenin Peşinde programlarımda Mustafa Kemal Atatürk üzerine onlarca bölüm yaptım. Belki yüzü geçti. Her defasında, sadece bir tarih anlatmadım; aynı zamanda ona yönelen çarpıtmalara, sessizleştirme girişimlerine ve hoyrat unutuşlara karşı da söz aldım. Bu yazı da o duyarlılığın bir devamı. Çünkü Atatürk’ün hayatına ve mücadelesine dair bazı olaylar vardır ki, anlatılmadan bırakılırsa sadece tarih değil, vicdan da eksik kalır.

İşte o olaylardan biri, Cumhuriyet'in kurucu liderine Meclis kapısının kapatılmak istenmesidir.

15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında, Cumhuriyet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, altı gün boyunca kesintisiz bir şekilde ayakta okuyarak sunduğu Nutuk, yalnızca bir devrim metni değildir. Aynı zamanda bir karakter ve irade tanıklığıdır. Bu tanıklığın satır aralarında yer alan bir olay, yeni kurulan devletin liderine karşı sergilenen hazin bir teşebbüsü tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Olay, TBMM çatısı altında Atatürk’ün milletvekilliği hakkına karşı düzenlenmiş bir engelleme girişimidir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atan liderin, doğum yeri bahane edilerek Meclis dışında bırakılmak istenmesi, tarihimizin en trajikomik teşebbüslerinden biridir. Bu olay, birkaç uç fikirli kişinin bireysel çabası olmaktan çok, doğrudan Meclis kürsüsünden yükselen bir ses olarak karşımıza çıkar. Ve ne yazık ki, bu sesin ardındaki imzalar bugün devletin kuruluş sürecine dair önemli rolleriyle bilinen isimlere aittir.

"DOĞDUĞUN YER VATAN DEĞİLSE, VARLIĞIN DA YOK HÜKMÜNDE"

1923 yılının Nisan ayında TBMM’ye sunulan bir seçim kanunu önergesi, görünüşte teknik bir düzenleme gibi dursa da, hedefi açıktı. Önergede yer alan şu ifade dikkat çekicidir:

“Milletvekili seçilebilmek için bir kimsenin, Misak-ı Millî sınırları içinde doğmuş veya Türkiye’de beş sene kesintisiz ikamet etmiş olması gerekir.”

Bu madde, şeklen hukuki bir sınır çiziyor gibi görünse de, doğrudan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü kapsam dışı bırakmayı amaçlıyordu. Çünkü Atatürk, 1881 yılında Selanik’te dünyaya gelmişti. 1912’de Balkan Harbi sırasında Osmanlı topraklarından koparılan Selanik artık Misak-ı Millî sınırlarının dışında kalmıştı. Dahası, Atatürk Harbiye’den itibaren hep cephedeydi: Trablusgarp’ta, Çanakkale’de, Doğu Cephesi’nde ve nihayet Milli Mücadele’de. Türkiye sınırları içinde beş yıl kesintisiz yaşaması, o koşullarda mümkün değildi.

Bu şartların uygulanması, kurucu liderin milletvekili seçilmesini fiilen imkânsız kılacak bir tertipti.

TEKLİFİN ALTINDAKİ İSİMLER

Kanun teklifinin altında yer alan isimler, sadece şaşırtıcı değil, aynı zamanda düşündürücüdür. Önergeyi TBMM’ye sunanlar şunlardı:

  • Ali Şükrü Bey (Trabzon Mebusu)
  • Rauf Bey (Orbay – İstanbul Mebusu)
  • Kâzım Karabekir Paşa (Erzurum Mebusu)
  • Refet Paşa (Bele – İzmir Mebusu)
  • Adnan (Adıvar – İstanbul Mebusu)
  • Dr. Rıza Nur (Sinop Mebusu)

Bu isimlerin çoğu, kısa bir süre sonra Atatürk’ten uzaklaşacak; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi siyasi oluşumlarda yollarını ayıracaklardı. Girişim başarısız oldu, ama niyet apaçık ortadaydı: Atatürk’ün hem Meclis’teki varlığını hem de inkılap sürecindeki belirleyici etkisini kırmak.

NUTUK’TAKİ YANIT: "MECLİS’E GİREMİYORDUM!"

Mustafa Kemal, bu hukuk manevrasını Nutuk’ta kısa ama sarsıcı bir cümleyle kayda geçirir:

“Eğer bu şartlar kabul edilmiş olsaydı, ben milletvekili bile olamayacaktım.”

Bu bir hayıflanma değil, bir uyarıdır. Ne dramatik bir isyan vardır bu satırlarda ne de üstü örtülmüş bir öfke. Yalın ama derin bir gerçeği sessizce bırakır tarihin önüne.

LİDERLİK KAVGASI VE CUMHURİYET’İN YÖNÜ

Bu teşebbüsün ardında sadece kişisel kırgınlıklar yoktur; Cumhuriyet’in nasıl bir yörüngede ilerleyeceğine dair esaslı bir mücadele vardır. Rauf Bey, Karabekir Paşa gibi isimler; kolektif ve daha az merkezi bir yapı tahayyül ederken, Atatürk devrimin sürekliliğini, halkla doğrudan bağ kuran bir liderlikle mümkün görüyordu.

Hukuki bir maddeyle bu ağırlığı dengelemeye kalktılar. Ama halkın terazisi, hesapla kurulmazdı. O gün de kurulmadı.

GERİYE NE KALDI? BECERİKSİZ BİR TUZAK

Bugünden bakınca o girişim, tarihin en acemi tuzaklarından biri olarak kalır. Düşünün: Bu toprakları kurtarmış, millet egemenliğine dayalı yepyeni bir devlet kurmuş bir lider, sırf doğduğu şehir artık sınırlar dışında diye Meclis dışına itilmeye çalışılıyor.

Mustafa Kemal, bu olayı Nutuk’a özellikle dahil eder. Çünkü bu vaka yalnızca geçmişin bir perdesi değil, geleceğe bırakılmış bir işarettir: Devlet kurucusuna yönelen bu niyetsizlik, halktan güç almayan her teşebbüsün nereye varacağını açıkça gösterir.

Bugün de karşımıza türlü kılıklarda çıkıyor benzer niyetler. Ama Nutuk, sadece bir dönemin değil, halkına güvenen bir liderin asırlar boyunca sürecek bir duruşudur. O duruş, tarihin rüzgârı karşısında eğilmese de, bizim tarafımızdan anlatılmadıkça eksik kalır.