Atatürk’ün Kader Arkadaşlarıyla Ayrılan Yolları


Mustafa Kemal Atatürk’ün yalnız bir adam olduğu söylenir. Ama bu yalnızlık, başlangıçtan beri onunla yürüyen bir şey değildir. İlk adımlarda etrafı kalabalıktı; inananlar vardı, inandırdıkları da. Birbirine bakınca anlayan, gecenin içinde işareti bekleyip harekete geçen bir kadro...

Ama zaman, herkesi kendi kıyısına çekiyor. Dönemler değiştikçe, fikirler de, dostluklar da değişiyor. Bazıları yavaş yavaş uzaklaştı, bazıları küskün ayrıldı, bazılarıysa sesini çıkarmadan kayboldu.

Bu yazıyı sadece belgelerle değil, biraz da yüreğimle yazdım. Çünkü bu hikâyelerin içinde sadece siyasî ayrılıklar değil; yarım kalmış konuşmalar, bir daha kurulmamış sofralar, bir fotoğrafta kalakalmış gülümsemeler var.

Rauf Orbay – Yolun Başında Beraber, Ama Varış Noktasında Ayrı

Rauf Bey’le birlikte çıktılar yola. Bandırma Vapuru’nda, aynı gecenin içinde, aynı karanlıkla baş başa... Samsun’a birlikte çıktılar ama oradan aynı ufka bakamadılar. Atatürk’ün en çok güvendiği isimlerden biriydi o günlerde. Ama Cumhuriyet ilan edilirken, aynı kararlılıkla yanında durmadı.

Bir gece Nutuk’ta şu satıra denk geldim:

“Halkçılık adı altında kişisel arzular peşinde koşanlar...”

Bu cümlede adı geçmiyordu ama adresi belliydi. Sanki eski bir dosttan, artık başka bir şeye dönüşmüş birine yöneltilmiş bir sitemdi bu. Rauf Bey’in adı anılmaz, ama kalır orada; kırgın bir sessizlik gibi.

Kazım Karabekir – Aynı Cephenin Askeri, Ayrı İdeallerin Adamı

Karabekir Paşa'nın fotoğraflarında o bakışı görürsünüz: dik, sert, biraz da kırgın. Doğu Cephesi’nde büyük işler yaptı. Erzurum’da bir halk kahramanıydı.

Ama bu kahramanlık, Ankara’ya taşınamadı. Cumhuriyetin ilanı, hilafetin kaldırılması... Bunlar Karabekir’e göre fazla ani, fazla kökten adımlardı. Mecliste sesi yükseldiğinde Atatürk cevap vermedi. Cevap suskunluktu. Nutuk’ta birkaç cümlede geçer, ama her satırında bir iç hesaplaşma gizlidir.

Karabekir’in cebinde Kur’an vardı, Atatürk’ün cebindeyse zaman. Ve bazen zaman, en güçlü inançlardan bile hızlıdır.

Ali Fuat Cebesoy – Sessizliğin Eşiğinde Kalan Bir Sadakat

Ali Fuat Paşa'yı düşündüğümde, nedense hep gri bir sabah gelir aklıma. Ne güneşli ne karanlık. Arada bir yerde. O da öyleydi.

Batı Cephesi’nde ilk kurşun onun komutasıyla sıkıldı. Ama sonra, siyaset sahnesinde farklı bir rota çizdi. Yine de sesini hiç yükseltmedi. Tartışmadı, kırılmadı, sadece biraz kenarda durdu.

Nutuk’ta adı geçmez. Belki de bu daha ağırdır. Bazen unutulmak, hatırlanıp eleştirilmekten daha inciticidir. Ali Fuat Paşa ne itiraz etti, ne alkışladı. Sadıktı. Ama araya bir mesafe koydu.

Refet Bele – Bir Dostluğu Bitiren Sessizlik

Bir Ankara evinin duvarında, eski bir fotoğrafa rastlamıştım. Atatürk’ün yanında Refet Paşa. Gülümsüyorlar. Ama Refet’in gülümsemesinde bir şey var: yorgunluk, belki biraz da uzaklık.

Milli Mücadele’nin ilk planlayıcılarındandı. Ama Cumhuriyetle birlikte yavaş yavaş geri çekildi. Ne koptu ne de kaldı. Göz önünden silindi.

Nutuk’ta adı geçer ama sadece geçer. Ne sevgiyle ne öfkeyle. Bazen en ağır kopuş, hiçbir şey söylenmemesidir. Ve o sessizlik, insanın içini en çok acıtan şeydir.

Rıza Nur – Hakaretle Sonlanan Bir Teşekkür

Rıza Nur’un hikâyesi karmaşık. Lozan’da görev aldı. O günlerde ona övgüler yazılırdı. Ama araları çok çabuk açıldı. Rıza Nur yurt dışına gitti, anılarını yazdı. İçinde Atatürk’e dair söylenmedik söz bırakmadı.

O satırları ilk okuduğumda içim burkuldu. Çünkü satır aralarında sadece öfke değil, bir dostun dışlanmışlığı, bir kıymet görmemişliğin yarası vardı.

Nutuk’ta adı yoktur. Belki de en ağır karşılık budur: Hiç anmamak. Hiç anılmamak.

Enver Paşa – Asla Başlamamış Bir Dostluğun Gölgesi

Hiç başlamamış bir dostluk, başlamış bir kırgınlıktan daha ağırdır. Atatürk ve Enver Paşa hiç yan yana yürümemişlerdi. Ama hep kıyaslandılar.

Enver, eski düzenin adamıydı. Harbiye Nezareti, Cihan Harbi, kayıplar... Atatürk ise yeni bir sayfaydı. Ve bu iki isim, sanki biri öbürünün gölgesini tamamlayacakmış gibi tarihte durdu.

Nutuk’ta Enver Paşa’nın adı yok. Ama “milleti felakete sürükleyenler” dediği satırlarda onun gölgesi ağır ağır dolaşır.

Celal Bayar – Sessiz Uyuşmadan Açık Ayrılığa

Celal Bayar Atatürk’ün güvendiği isimlerdendi. Ekonomi işlerinden sorumluydu, İş Bankası’nın kuruluşunda ön plandaydı.

Ama zamanla, partinin yapısı onu sıktı. Atatürk hayattayken bir sorun çıkmadı ama sinyaller belliydi. Atatürk’ün ölümünden sonra Bayar, Demokrat Parti’nin kurucusu oldu.

Nutuk’ta adı güzel sözlerle geçer. Ama bazen ayrılıklar, insanlar hayattayken değil; ölümden sonra başlar.

İsmet İnönü – Sadakatle Örülmüş Zor Bir Yürüyüş

İsmet Paşa… En uzun yolculuğun ortağı. Kurtuluş’tan Cumhuriyet’e, Lozan’dan Hatay’a...

Ama bu dostluk, hep sorunsuz gitmedi. Hatay meselesinde gerildiler, ekonomi yönetiminde ayrıştılar. Atatürk bazen memnundu, bazen kırgındı. Özel mektuplarda bunu hissedersiniz.

Yine de İsmet İnönü, Atatürk’ten sonra onun mirasına en çok sahip çıkan kişi oldu. Bazı dostluklar yüksek sesle konuşulmaz. Ama öylece, kırık dökük sürer. Çünkü bazen susmak, sadakatin başka bir biçimidir.

VE BİR YALNIZLIĞIN TARİHSEL GEREĞİ

Atatürk yalnız kalmak istemedi. Ama yalnız kaldı. Çünkü devrimler öyle bir noktaya gelir ki, başta kalabalık olan yollar sonunda tek kişilik bir patikaya dönüşür.

Çoğu yol arkadaşı onun hızına, cesaretine, hayal ettiği değişime yetişemedi. Kimisi arkasına bile bakmadan gitti. Kimisi yavaşça ayrıldı. Kimisi hiç söylemeden vazgeçti.

Nutuk, bir anı kitabı değil sadece. Bir iç hesaplaşmadır. Bir tarih mahkemesi. Ve orada adı geçenler kadar geçmeyenler de hüküm bulur.

Her kopuşta bir sızı var. Her suskunlukta bir hayal kırıklığı. Atatürk, o büyük yükün altına dostsuzluğu da aldı. Çünkü lider olmak, bazen en çok yalnız kalmak demektir.

Sonra tarih geldi, hepsine ayrı ayrı sayfalar verdi.
Ama o sayfaların kenarında, hep aynı gölge durdu:
Yalnız kalan bir devrimcinin gölgesi.