Gizlenenin Peşinde

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne her adımımı attığımda, içimde hafifçe yükselen bir çağrı olur: “Orada mı acaba? Yine görebilecek miyim?” Bu soru ne yalnızca bir arkeolojik esere, ne de bir müze vitrininin soğuk camına yöneliktir. Bu, kendi içimdeki kutsal olanla kurduğum bağı yeniden duyumsama arzusudur. Çünkü bu mekân, benim için bir mabettir. Sütunları arasında yürürken bir tapınağın sükûnetini duyar, vitrinlerdeki taşların, tunçların, çömleklerin arasında geçmişin nefesini hissederim. Ve her ziyaretimde o mabet içindeki en öz mekâna varırım: İnandık Vazosu’nun huzuruna.

Bu vazo değil yalnızca. Bir düğün. Bir anlatı. Bir aşk. Bir zaman çizelgesi. Ve hepsinden öte, kadim Anadolu’nun kalbinden fışkırmış törensel bir ilahi gibi.

Bir Köyden Evrene Açılan Kapı

1950’li yıllarda Çankırı’nın küçük bir köyünde bulunan bu eser, adını doğduğu yerden alır: İnandık. Belki de en sade, en samimi yer adıyla anılıyor olması bile yeterince anlamlı. Çünkü vazonun üzerindeki sahneler de öyle: Ne abartılı tanrılar ne yüce savaşlar... Sadece bir evlilik süreci. Sıradan insanların aşkı, ailesi, tanrısı ve geleneğiyle çevrelenmiş bir ritüel...

Bu eseri ilk kez gördüğümde, bir çömleğin —üstelik zamanla çatlamış, parçalanmış bir vazonun— bana bu kadar güçlü bir anlatı taşıyabileceğine inanmazdım. Ama sonra, çizgiler konuştukça, figürler hareketlendikçe, kendimi adeta o Hitit düğününde buldum. O andan itibaren her ziyaretimde onu görmek bir alışkanlıktan çok, bir içsel ihtiyaç hâlini aldı.

Aşkın ve Ritüelin Spiral Dili

İnandık Vazosu, dört kuşak halinde döner etrafına. Her kuşak bir sahne. Her sahne bir evre. Ve her evre aslında insana dair evrensel bir duygunun izini taşır:

  • Ailelerin buluştuğu ve genç çiftin bir araya getirildiği sahneler...
  • Tanrılara sunuların yapıldığı, müziklerin çalındığı, dansların edildiği törensel bir düğün...
  • Yere serilen halıların, dizilen tabakların eşliğinde kurulan bir şenlik sofrası...
  • Ve son sahne: çiftin birleşmesi.

Bu son sahne, gözümüzün alışık olmadığı kadar açık ama aynı ölçüde saygılı bir anlatımla betimlenmiştir. Çünkü Hititler için bu da bir törendir. Bu da kutsaldır. Ve İnandık Vazosu, bu kutsallığı sakınmadan, çekinmeden, sansürlemeden taşır zamanımıza.

Göz Göze Gelmek

Vazo benimle göz göze gelir her seferinde. Yalnızca bir izleyici değilim onun karşısında; bir tanığım. Onu “Gizlenenin Peşinde” programıma taşırken yaşadığım heyecan hâlâ içimdedir. Bu eseri bir video içine sığdırmak zordu. Çünkü anlatırken bozulmasından korktuğum bir sessizlik vardı çevresinde. O sessizliği koruyarak bir şeyleri görünür kılmak gerekiyordu.

Çekim sürecinde vazonun etrafında dönerken, sadece bir çömlek değil, bir zaman halkasının içinde dolaştığımı hissettim. Spiral çizgiler sadece bir tasarım değil, adeta Hitit zamanının döngüsel mantığıydı. O an, geçmişin bir törenle bugüne uzandığı ana tanıklık etmek gibiydi.

Anadolu’nun Kalbinde Saklı Olan

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde nice büyük medeniyetin büyük eserleri sergilenir. Ama İnandık Vazosu başka. Çünkü o büyük değildir. O gösterişli değildir. O yalındır. Ve o yalınlık, insanlığın ortak hikâyesine açılan en içten pencerelerden biridir.

Bu eseri her görüşümde, Anadolu toprağının derinliklerinde yatan hikâyelerin ne kadar incelikli, ne kadar narin, ne kadar derin olduğunu yeniden hissederim. Ve o anda, geçmişe duyduğumuz özlemin aslında neye yöneldiğini de anlarım: bir sofraya, bir ezgiye, bir dansa, bir eşleşmeye, bir kutsala…

Gizlenenin Peşinde olmaya devam edenler için İnandık Vazosu, yalnızca kazılmış bir obje değil; içimizde yeniden kurduğumuz bir törenin, sevgiyle yoğrulmuş bir zamanın hatırlatıcısıdır.

Ve belki de hâlâ sevebilmemizin, hâlâ kutsal olanı arayabilmemizin sebebidir.