Robin Hood, her erkek çocuğun okuduğu kitapların başında gelirdi. Etkileyici yetenekleri, dostlukları, en zor şeyleri kolayca başarması ve adalete olan inancıyla asıl adı Robert olan bu neşeli kanun kaçacağı, televizyon izlemekten ziyade kitaplara gömülenlerin çocukluk kahramanıydı.
Ve onun düşmanları, düşmanlarımızdı. Adaletsiz ve paragöz şerif, şişman psikopos ve macera ilerledikçe olaya katılan dünyadaki en kötü adam olarak tanıdığımız, abisinin tahtına göz koymuş olan Prens John…
Hepimiz Marian gibi çocukluktan doğan bir aşk hayaline sahipsek de hikâyenin en merak edilen ikinci karakteri, Aslan Yürekli olarak tanıdığımız Richard’dı. Robin, kardeşinin tam zıttı karakterde olan ve bizim o günler bilmediğimiz ‘kutsal topraklar’ kavramında ‘tanımadığımız bir grupla’ savaşan Kral Richard’ın geri döneceği günü iple çeker ve tüm adaletsizliklerin son bulacağına inanırdı.
Tabii o kutsal topraklar Filistin’di, tanımadığımız grup ise Müslümanlardı ama bundan haberimiz yoktu. Acımasızlığından ve katliamlarından tek parça dahi bildiğimiz de söylenemezdi.
Ama hayatın kanunu buydu. Herkes, sadece en yakınındakilerin kötülüğünden haberdardı. Her CHP’li sadece kendi partisinin içindeki sıkıntılardan bahsederdi aynı her AKP’linin AKP içindeki sıkıntılardan bahsettiği gibi… Çünkü diğer taraf, bilinmezdi.
Bu sebeple, John bizim ve elbette Robin için yaratılmışların en kötüsüydü.
Yetenekleri bakımından gerçekten de kötü birisi olduğu söylenebilirdi. Dört abisi olduğu için taht sırasının bir gün kendine geleceği hesap edilmediğinden olsa gerek, pek değer verilmemişti.
Ve herhalde biraz da tanrının takdiriydi.
Roma Krallığı’nı yok olmaya sürükleyen Superbus gibi kibirli bir adam olmasının yanı sıra aynı onun gibi meşruiyet zemini de sağlayamamıştı. Sonuçta ikisi arasındaki diğer tüm benzerlikler gibi iktidarlarını koruma biçimleri de aynıydı: gaddarlık, zorbalık.
Tanrının takdiri ya da tarihin tekerrüre olan garip hevesi… Adı ne olursa olsun, kibir-zorbalık ve meşruiyet üçgeni, demokrasiye giden sürecin paydaşıydı.
Benzerliklerin yanı sıra çok önemli bir farka sahiplerdi. Superbus her iyi nitelikten azade olsa da becerikli bir komutandı. Yurtsuz John onda da sınıfta kalmıştı.
Şimdi hikâyeyi başa saralım.
Bizim İngiltere olarak ifade ettiğimiz ancak esasında Büyük Britanya adını taşıyan adada ilk başta Britonlar yaşardı. Britonlar, Kelt’ti. Keltler ise Avrupa’yı yaratan en kadim halklardan biri ve belki birincisiydi.
Asteriks ve Hopdediks’ten hatırladığımız Galyalılar, Anadolu’da yaşamış olan ve ‘Ancrya’ adını veren Galatlar, Kuzeybatı Fransa’da yerleşmiş olan Bretonlar, Keltlerdendi.
Bu geniş aile, her ne kadar Avrupa’nın birçok bölgesinde varlık göstermiş ve kültürel açıdan etkilemiş olsa da başta sistematik yazı gelmek üzere önemli aşamaları tam manasıyla geçememişti. İlerleyen dönemde Romalılar tarafından birçok savaşta mağlup edilecek ve güçten düşeceklerdi.
Galyalılar’ın düşüşüyle başlayan süreç MS.42-43’te başlayan Britanya işgaliyle sürdü. Her ne kadar adanın tamamı olmasa da Roma büyük bir alana hükmediyordu ancak bölgenin gen yapısı değişmemişti.
Halk, hala Briton’du ve kendi dillerini konuşuyordu.
Bu durum Roma’nın çözülüşüne dek böyle sürdü. Cermenler -diğer kadim halk, Germany- tarih sahnesinin en önemli oyuncularından birine dönüşürken cumhuriyeti yıkarak imparatorluk çağına giren ve zamanla zayıflayan Roma’ya ciddi zarar verdiler.
Britanya’daki Roma askeri varlığı bu sebeple hızla azaldıktan sonra MS.409-410 yıllarında tamamıyla son buldu.
Bu Britanya’nın ilk istila edilişi olsa da son değildi.
Adaya önce Roma’yı yıkan Cermen kabilelerinin bazı seçkin üyeleri, Angluslar ve Saksonlar ayak bastılar. Bugün İngiliz kelimesi yerine sıklıkça kullandığımız ‘Anglo-sakson’ ifadesi bu iki kabilenin birleşiminden doğacaktı ve rahatlıkla anlaşılacağı üzere, İngilizler esasında Cermen’di.
Hitler’in, bir kuzen kadar ilgi duyduğu ve önünde saygıyla eğilmeyi kabul ettiği İngilizler, Almanya ile gerçekten kuzen sayılacak kadar yakındı.
Roma’yı yıkan kabilelerin, yüzyıllardır Roma hakimiyetindeki Britonları yenmesi şaşırılmayacak bir gerçekse de Cermenlerin örgütlenme noktasındaki beceriksizlikleri açıktı. Birkaç kabileden doğan 7 farklı büyük krallık ve onların altında yer alan küçük egemenlik bölgeleri, heptarşi dönemini başlatacaktı.
Dağınık güç odakları, 1215’e varan süreçte bizim en büyük yoldaşlarımız olacaktı.
Demokrasinin Yoldaşları
Ali Akçakaya
Yorumlar