Bir kelime: demokrasi… Bu da demokrasiye dair hikâyenin bildiğimiz hali:
birçok felsefi ve idari terim gibi Antik Yunanistan’dan gelen bir kelime, ‘demos’ ve ‘kratos’un birleşimi, halkın otoritesi ya da halkın iktidarı anlamına geliyor. Biz, halkın kendi kendini yönetmesi de diyoruz. Tabii doğru değil, en azından günümüz için… Başarılı tek örneği Atina’da olduğu için Atina demokrasisi şeklinde de kullanılan bu ifade temsilcilerimizi seçtiğimiz değil, tüm yetişkin erkeklerin doğrudan karar alıcı pozisyonunu üstlendiği bir yöntem… Yani o dönem için halk gerçekten kendi kendini yönetiyor.
Anlatı doğru, Ortadoğu’nun birkaç şehrini saymazsak -ki başarısız örneklerdir- gerçekten demokrasinin doğumu da bu şekilde ama hikâyenin kalanı aynı değil.
* * *
Milattan önce 509 yılındayız. Her ne kadar kaynaklar farklılıklar gösterse de Atina demokrasisinin kurulmasından en az 1 sene önce… Roma Krallığı’nı yöneten hanedanın son üyesi, krallık hakkını elinde bulundurmadığı ve dönemin senatosunun onayını almadığı için meşruiyet sorunu yaşar. Gaddarlaşır ve yakınlarını egemen kılarak gücünü emniyete altında tutmaya uğraşır.
Ancak gaddarlığı ve o gaddarlığın son noktasında oğlunun bir kadına sürdüğü lekeden dolayı yok olmanın eşiğinde… 2000 yıldır adını ihanetle yan yana kullandığımız Marcus Junius Brutus’un -Et tu, Brute? ‘Sen de mi Brutus?’- büyük büyük dedesi, yaşananların ıstırabı içinde elim bir şekilde yaşamına son veren iffetli Lucretia’nın göğsünden aldığı hançeriyle yemin eder: “Lucius Tarquinius Superbus’u, kötü kalpli karısını ve çocuklarını kılıçla, ateşle ve daima sonsuza kadar elimden gelen her şiddetle takip edeceğim. Roma’da ne onlara ne de başka birinin krallığına katlanabileceğim!”
Bu sözler, bir daha kimseyi efendisi olarak görmeyecek yarı efsanevi adamın kelimeleridir. Roma Cumhuriyeti, ‘bir daha başka birinin krallığına katlanamayacak’ insanların sırtlarında yükselecektir.
Yarı efsane bir adam, adı da Lucius Junius Brutus, yani Junius -Junia- ailesinin mensubu ve kurucusu, en azından bu soyun tanıdığımız ilk meşhur ismi… Lucius kendi adı ve Brutus ise esasında ‘ahmak’ anlamına gelen bir mahlastan başka şey değil. İleride, onurlu bir ihanette tekrar duyulacak bir mahlas...
Esasında yalnızca kaderin bir cilvesi olarak iffetli Lucretia’nın itirafına ve intiharına tanıklık eden Brutus, hançerin üzerine yemin ettikten sonra odadaki diğer üç kişi, bu sözlere ortak olurlar. Collatia -olayın yaşandığı kasaba- forumuna taşınan cesedi gören kalabalık, prensin günahına lanet ederken en cesur gençler silahlanır.
Roma’ya doğru yola koyulanlar, tüm şehirde kargaşa yarattıktan ve Collatia’daki hüzünlü hadiseyi anlattıktan sonra krallığın en büyük meydanı kalabalıklaşır. Brutus, gaddar hükümdardan, oğlunun rezaletinden, Lucretia’nın iffetinden ve Romalıların özellikle halkın kendisi olan pleblerin yaşadığı eziyetlerden bahseden coşkulu bir nutuk atar ve o dakika itibariyle halk, kendi iradesi ve oylarıyla kralın tüm yetkilerini elinden alır.
Kendilerinden, ‘bütün kavimlerin fatihi’ olarak bahseden Romalılar silahlarına sarıldığında mağrur Superbus bir başka savaş için kamp yapmaktadır. Haberi kendisine ulaştıran uşaklar, her devrin adamı olsalar da bazı askerler duyduklarından mutsuz değillerdir.
Halk, uzun bir süre diktatöre boyun eğse de bir kıvılcım gördüğünde oraya koşmakta tereddüt etmemektedir.
Superbus, emrindeki adamlardan güvendikleriyle yola koyulduğunda ona karşı gelmekte olan Brutus, yön değiştirir. Mağrur kral Roma’nın kilitli kapılarına vardığında ‘Brutus’ mahlasını vererek aşağılamaya çalıştığı adam da kendi kampına ulaşır ve bir kurtarıcı olarak karşılanır.
Ve Superbus’un 25 yıllık tahtıyla beraber Roma’nın kuruluşundan itibaren 244 sene süren krallık yıkılır.
Sonu, bugün hâkim sistem olan anayasal temsili demokrasiye varacak yol milattan önce 509 yılında böylece açılır.
Hikâye, tam olarak o an itibariyle başlamıştır.