Bazen insan hayatını baştan sona belirleyen, hatta onun dünya sahnesindeki yerini tarif eden o ilk kırılma noktası, daha gözlerini bile açmadan yazılır. Prof. Dr. Gazi Yaşargil için o kader çizgisi, 1925 yılının fırtınalı Diyarbakır dağlarında, isyan ateşinin ortasında çizildi.
Bir Dağ Yolunda Başlayan Hayat
Cumhuriyet’in henüz bebek adımlarını attığı yıllardı. Anadolu'nun doğusunda ise hâlâ eski düzenin gölgesi ağırdı. 1925'te başlayan Şeyh Said İsyanı, bu topraklarda sadece siyasi bir başkaldırı değil, köy köy, aile aile dokunan derin bir sarsıntının adıdır.
İşte o günlerde, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, Kaymakam olarak görev yapan Asım Bey, hem idari bir makamın ağırlığını hem de bölgedeki çalkantının yükünü omuzlamıştı. Ancak isyanın şiddeti büyüdü, köyler karıştı, devletin yerel gücü zayıf düştü. Rivayete göre, Asım Bey küçük bir müfrezeyle direndi ama sonunda isyancılar tarafından esir alındı. Yanında, hamile eşi Şehavet Hanım ve iki yaşındaki kızları da vardı.
Zamanın tüm sertliğiyle ördüğü bu hikâyede, işte o esaret yolculuğunda, Lice'nin sarp yollarında, karlı dağ eteklerinde dünyaya geldi Gazi Yaşargil. Annesinin karnında taşırken bile belirsizliğin ve tehlikenin gölgesinde büyüyen bir çocuk olarak.
Bir İsim, Bir Kader
Aile anlatısına göre, o zorlu doğum, dağın yamacında, isyanın dumanları arasında gerçekleşti. Katır sırtında, kışın ortasında, annenin sütü kesilmiş, çaresiz bir bekleyiş yaşanmış. Rivayet odur ki, bölge halkından kadınlar, bebeğin yaşaması için yardıma koşmuş. Annesi, tüm bu karmaşanın ortasında yavrusunu bağrına basarken, babası Asım Bey, oğluna isim verirken tereddüt etmez: Gazi. O yıllarda “Gazi” sözcüğü, sadece savaş kazanmış bir unvan değil, bir halkın direnme, hayatta kalma ve yeniden ayağa kalkma umudunun ifadesidir.
Dağın Çocuğundan, Dünya Sahnesine
Bazen dağlar, sadece insanları saklayan, ayıran değil; insan ruhunu yoğuran yerlerdir. Lice'nin dağlarında başlayan bu hikâye, Gazi Yaşargil’in yaşamı boyunca peşini bırakmadı. Çocukluk yılları Anadolu'nun farklı köşelerinde geçti. Türkiye’deki eğitim sürecinden sonra yolu İsviçre’ye uzandı.
Tıp eğitiminin ardından, Zürih Üniversitesi ve ardından dünyanın en saygın merkezlerinde beyin cerrahisinde uzmanlaştı. Ancak Yaşargil’in adını tıp tarihine altın harflerle yazdıran asıl dönüm noktası, 1960'ların başında mikrocerrahi tekniklerini geliştirmesi oldu.
O döneme kadar beyin ameliyatları, büyük riskler ve sınırlı başarı oranlarıyla yürütülüyordu. Yaşargil, mikroskop altında gerçekleştirilen hassas cerrahi yöntemlerle tıp dünyasında devrim yarattı. Mikronöroşirürjinin babası olarak anıldı.
Dünyanın Onurlandırdığı Bir Türk Bilgesi
ABD'de yayımlanan "100 Büyük Beyin Cerrahı" listesinde zirveye adını yazdıran Yaşargil, yaşamı boyunca Türkiye'yi, kökenini ve Anadolu'yu unutmadı. Zürih, Arkansas ve dünyanın dört bir yanında dersler verirken, onun içinde hâlâ o dağ yolunda doğmuş çocuk vardı.
Yaptığı 15 binden fazla beyin ameliyatı, yetiştirdiği yüzlerce bilim insanı ve geliştirdiği tekniklerle yalnızca tıp dünyasına değil, insan yaşamına doğrudan dokundu.
Sessizce Kapanan Bir Daire
2024 yılında, tam da ömrünün yüzüncü yılında aramızdan ayrıldı. Hayatının o ilk dramatik anı gibi, sessiz, vakur ve insanı düşündüren bir vedayla. Yüzyıl önce Lice’nin sarp yollarında, bir isyanın, bir doğumun, bir mucizenin kesişiminde başlayan yolculuk noktalandı.
Fakat onun adı, ne dağların sisinde kayboldu ne de ameliyathanelerin loş ışığında. Gazi Yaşargil, adını taşıdığı o “direniş” ruhunu bilimin en yüksek noktalarına taşıdı.
Araştırmacının Notu
Bu hikâyenin peşine düşerken karşılaştığım belgeler, anlatılar ve sözlü tarih parçacıkları gösteriyor ki, bazen en büyük bilim insanlarının hayatları da, tıpkı doğanın kendisi gibi; sisli, zorlu ve şaşırtıcıdır. Yaşargil’in ailesinin anlattıkları, bölge insanının hafızasında yaşayan detaylar, resmi arşivlerin eksik satırları arasında bir araya geldiğinde; gerçek ile efsane, tarih ile söylence birbirine karışıyor. Belki de onun büyüklüğü, tam da bu sınırda başlıyor.