Bir köylü, devlete neden güvenmez? Peki ya bir imam, bir muhtar ve bir öğretmenin gölgesinde köyde neler olur? Seksenlerde, tozlu bir kütüphanede rastlanan dört ciltlik Alman raporu, bugünü de anlatıyor.

1980’li yılların ortasıydı. Türkiye’de hâlâ kooperatifçiliğe gönül vermiş kurumlar vardı. Bunların en başında da Türk Kooperatifçilik Kurumu geliyordu. O yıl kurumun açtığı bir yarışmaya katıldım. Konu kırsal örgütlenmeydi. Ben de yaklaşık 100 sayfalık bir çalışmayla dosyamı teslim ettim.

Bu çalışmayı yaparken yalnız değildim. Üniversitede hocam olan Sayın Murat Karayalçın'nın yönlendirmesiyle ilerledim. O sadece yön gösteren bir rehber değil, kırsal örgütlenmeye dair bakışımı biçimlendiren bir akıl hocasıydı. Onun önerisiyle, sadece mevzuat ya da güncel uygulamalara değil, bu işin tarihsel ve toplumsal temellerine inmeye karar verdim.

Yolum Merkez Bankası Kütüphanesi’ne düştü. Dewey sistemi hâlâ faaldi; parmakla kartotekler arasında gezinmek gerekiyordu. Orada karşıma, Almanca başlığıyla dikkat çeken dört ciltlik bir eser çıktı: Untersuchungen über die wirtschaftlichen und sozialen Verhältnisse in der Türkei. Yani: Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Şartları Üzerine Tetkikler.

O an fark ettim ki, bu kitabı benden önce yalnızca bir kişi almıştı. Onlarca yıl boyunca kimsenin dikkatini çekmemiş, raflarda sessizce duruyordu. Oysa içeriği, yalnızca iktisat ya da tarım meselesi değil, köylüye, toprağa, emeğe ve devlete dair çok derin gözlemlerle doluydu.

Alman araştırma ekibi Türkiye’ye Atatürk’ün doğrudan davetiyle gelmişti. Amaç, genç Cumhuriyet’in iktisadi ve toplumsal yapısını bilimsel temelde anlamaktı. Hazırladıkları raporlar ise, bugünden bakıldığında, yalnızca analiz değil, aynı zamanda bir tür tanıklıktır. Ve bu tanıklık, zaman zaman devletin görmek istemediği gerçekleri ortaya koyar.

Örneğin köylünün örgütlenmeye neden mesafeli durduğu meselesi. Raporlarda, köylünün imeceyi sevdiği ama kooperatifin muhasebe defteriyle barışamadığı anlatılıyor. Güven duygusunun eksikliği, geçmişten miras alınan devletle temkinli ilişki biçimi, köylünün resmî yapılar karşısında içine kapanmasına neden olmuş. Yani mesele ne tembellik ne cahillik… Mesele tarihsel bir temkin hali.

Almanlar köylerde çok ilginç bir üçlüye dikkat çekmiş: imam, muhtar ve öğretmen. Kararların bu üçlü arasında döndüğünü, kooperatif gibi dışarıdan gelen yapıların ancak bu dengeyi tanıdığı ölçüde işleyebildiğini yazıyorlar. Devlet memuru gelir, anlatır, ikna etmeye çalışır; ama köylü aslında imamın, muhtarın ya da hocanın ne diyeceğine bakar. Devletin resmi iradesiyle köyün görünmeyen iradesi arasında derin bir uçurum vardır.

Kadının konumu ise neredeyse raporun en çarpıcı ama en az konuşulan kısmı. Alman ekip özellikle Orta Anadolu’da kadının üretimde erkekten daha çok çalıştığını ama hiçbir kooperatifin onun adını bile anmadığını yazıyor. Kadın üretimin belkemiğidir ama söz hakkı yoktur. Bu durum, o dönemin modernleşme söylemiyle çeliştiği için muhtemelen yıllarca görmezden gelinmiştir.

Raporlarda bazı kooperatiflerin adeta küçük ağalık sistemine dönüştüğü, yerel eşrafın denetimine girdiği örnekler de yer alıyor. Kooperatif başkanının aynı zamanda kredi dağıtan kişi olduğu, bunun da doğrudan bir tür bağımlılık ilişkisi doğurduğu yazılmış. Özetle, yerel güç odaklarıyla hesaplaşmadan, kooperatifçilik samimi bir kalkınma aracı olamıyor.

Ama her şey bu kadar karanlık değil. Tam aksine, bazı köylerde devletin çok uzağında, kendi inisiyatifiyle kurulan küçük ama başarılı kooperatifler de var. Almanlara göre bu örnekler, merkezin gölgesinden uzaklaştıkça köylünün kendine güveninin arttığını ve daha sağlıklı yapılar oluşturabildiğini gösteriyor.

Ben bu raporları okuduğumda, yazdığım yarışma çalışmasından çok, bu gözlemlerin kalıcılığına odaklandım. Çünkü köylüyü örgütlemenin yolu, onu tanımaktan geçiyordu. Atatürk’ün davet ettiği o uzmanlar, işte bunu yapmaya çalışmıştı. Onlar, toprakla ilişkisi yalnızca ekonomik olmayan bir köylü profili çizmişti. Toprağı sadece geçim değil, yaşam ve ölüm alanı olarak gören bir köylü… Kendisine güvenilmediğini bilen ama yine de üretmeye devam eden bir köylü…

Devlet bu gerçekliği zaman zaman görmek istemedi. Belki hâlâ da öyle. Ama bu raporlar, sadece tarihe değil, bugüne de ışık tutan belgeler.

Bense o gün, Merkez Bankası'nın sessiz raflarında sadece bir kitap değil, köylüye dair unutulmuş bir yüz gördüm. Ve hâlâ, bu yüzü tanımadan yapılacak her kalkınma hamlesinin eksik kalacağını düşünüyorum.