Türkiye’de öğretmenlerin karşı karşıya kaldığı sorunlar, artık sadece mesleki zorluklarla açıklanamayacak kadar büyümüş durumda. Son yıllarda giderek artan şiddet olayları, derinleşen ekonomik sıkıntılar ve eğitim ortamlarının güvenlikten yoksun oluşu, öğretmenlik mesleğini ciddi bir çıkmazın içine sürüklüyor. Bu tablo, yalnızca eğitimcileri değil, tüm eğitim sistemini tehdit eden bir krizin habercisi niteliğinde.

Daha Mimar Kemal Lisesi’nde yaşanan ve kamuoyunun hafızasına kazınan öğretmen saldırısının yankıları dinmeden, bu kez Samsun’un Canik ilçesinde düzenlenen bir futbol turnuvası sırasında beden eğitimi öğretmenine okul bahçesinde yapılan fiziki saldırı gündeme oturdu.

Bir eğitimcinin öğrenciler tarafından darp edilmesi, yaşananların münferit olmadığını; aksine yapısal bir çöküşün derinleştiğini gösteriyor. Öğrencilerin öğretmenlerine saldıracak cesareti bulabilmesi, okullardaki otorite ve saygı ikliminin ne kadar aşındığını da gözler önüne seriyor.

Öğretmenin karşısındaki tek sorun şiddet de değil. Ekonomik tablo, öğretmenlerin hayatlarını ağırlaştıran bir başka gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Eğitim-İş Sendikası’nın yayımladığı anket, durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor:

• Öğretmenlerin yüzde 57’si kiracı.

• Yüzde 48’i gelirinin giderini karşılayamıyor.

• Dört öğretmenden biri geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda.

• Emekli öğretmenlerin üçte biri, yaşamını sürdürebilmek için hâlâ çalışıyor.

Geçim sıkıntısı içinde mesleğini sürdürmeye çalışan öğretmen, buna ek olarak öğrencilerin ve velilerin zorbalığıyla da mücadele ediyor. Oysa öğretmenlik, bir ülkenin geleceğini şekillendiren en kutsal mesleklerden biri olmalıdır. Bugün ise öğretmen, geçim derdiyle boğuşan, saygınlığı zedelenen, hatta fiziksel tehdit altında görev yapan bir profesyonele dönüşmüş durumda.

Psikolojik açıdan da sorun büyüyor. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Hakan Türkçapar, öğretmene yönelik zorbalığın sadece öğretmenin kişisel özellikleriyle açıklanamayacağını vurgulayarak, bu davranışların okul içi ilişki dinamikleri ve öğrencilerin duygusal gelişim düzeyiyle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtiyor. Türkçapar’a göre, empati seviyesi düşük, sınıf içinde konum arayışında olan, vicdan ve suçluluk duygusu yeterince gelişmemiş öğrencilerde bu tür zorbalık davranışları daha sık görülüyor. Yani sorun, bireysel değil; eğitim sisteminin, aile ilişkilerinin ve toplumsal dönüşümün ortak bir sonucu.

Öte yandan, Eğitim Gücü Sen Genel Başkanı Oğuz Özat’ın ifade ettiği gibi, öğretmenler giderek daha sistemli bir şekilde hedef hâline getiriliyor. Binlerce okulda hâlâ güvenlik görevlisi bulunmuyor. Öğretmen, dersine girerken can güvenliğini düşünmek zorunda kalıyor. Ancak burada acı bir gerçek daha var: “Temizlikçi yok, güvenlik nasıl olsun?” Birçok okulda en temel işleyişi sağlayacak personel bile bulunmazken, güvenlik görevlisi istihdamı hâlâ bir lüks gibi görülüyor.

Tüm bu tablo, "Bu ülkede öğretmenin işi zor" cümlesini artık bir şikâyet değil, bir tespit olarak karşımıza çıkarıyor.

Eğitimdeki bu derin sorunlar çözülmeden, ne okul iklimi huzurlu olabilir ne de öğrencilerin sağlıklı bir eğitim alması mümkün olur. Öğretmeni korumak, sadece öğretmeni korumak değildir; geleceği, toplumu ve nesilleri korumaktır. Eğer bugün öğretmene sahip çıkılmazsa, yarın ülkenin geleceğine sahip çıkmak mümkün olmayacaktır.