Benim coğrafyamda zeytin ağacı sıradan bir ağaç değildir. O, toprağın kulağına eğilip binlerce yıllık sırları fısıldayan bir tanıktır. Mezopotamya’dan Ege kıyılarına, Likya’dan Lydia’ya, Urartu’dan İyonya’ya dek kim bu topraklara ayak bastıysa, ardında bir zeytin gölgesi bıraktı. Kimi barışa and içti onunla, kimi ölüme razı oldu. Mitolojilerde tanrıçaların elinden yere düşen bir hediye; halkların elleriyle büyüttüğü bir emanettir zeytin.

Ben de bu toprakların çocuğuyum. Zeytine, ağacına, meyvesine, gövdesine, yağına ve gölgesine borçluyum. Bu nedenle yalnızca bir bitki değil, bir kimlik meselesidir benim için. Ve açıkça söylüyorum: son yıllarda artan maden aramalarıyla zeytinliklerin hoyratça sökülmesine, yakılmasına, yok edilmesine kişisel olarak da, vicdani olarak da şiddetle karşıyım.

ZEYTİN: TANRILARIN HEDİYESİ, İNSANLIĞIN YADİGÂRI

Homeros’un dizelerinde “kutsal zeytin” diye geçer. Athena, Poseidon ile rekabete girerken, Akropolis’te bir zeytin fidanı diker ve insanlar bu armağanı seçer. Tanrıçaya adanan kent “Athens” adını böylece alır. Çünkü zeytin, yalnızca doyurmaz, aynı zamanda aydınlatır, şifa verir, yüzyıllarca saklanır. Zeytin yağı Antikçağ’da hem kandil hem ilaç, hem yemek hem ritüeldi.

Anadolu uygarlıkları da zeytinsiz düşünülemez. Kazılarda çıkan binlerce yıllık pres taşları, amforalar ve zeytin çekirdekleri gösteriyor ki, bu topraklar yalnızca buğdayın değil, zeytinin de anavatanı. Troya'nın limanında gemilere yüklenen amforalarda ne vardı sanıyorsunuz? Bergama’da, Aydın’da, Ayvalık’ta, Antakya’da kurulan antik atölyeler neden kurulmuştu? Zeytin için. Bu halklar zeytinle yaşadı, zeytinle öldü.

YAŞAYAN BİR ANIT: ZEYTİN AĞACI

Zeytin ağaçları bin yılı devirebilir. Bugün Anadolu’da hâlâ meyve veren, 1300 yaşında zeytin ağaçları vardır. Bu demektir ki, o ağaç dikildiğinde Bizans imparatoruydu hüküm süren; şimdi biz buradayız. Bir ağacın gövdesinde 1300 yıl ne demektir? Kaç savaş, kaç barış, kaç yağmur, kaç yangın? Bu ağaçlar birer canlı arşivdir.

Ama biz ne yapıyoruz?

Kömür uğruna bu ağacı kökünden söküyoruz. Altın için, nikel için bu gövdeyi dozerle biçiyoruz. Oysa bir zeytin ağacını kesmek, yalnızca bir canlıyı değil, bir tarihi öldürmektir. Bu, kadim bilgiyi, mitolojik belleği, Anadolu’nun kutsal damarını koparmaktır.

BİR VATANDAŞ OLARAK TAVRIM

Ben bir çevreci değilim. Bir aktivist de değilim. Ama Anadolu’nun ruhunu hâlâ içinde taşıyan biri olarak, zeytin katliamına sessiz kalamam. “Enerji” adı altında, “kalkınma” bahanesiyle bu ağaçları göz göre göre öldürmek ne ekonomik bir zarurettir ne de stratejik bir akıldır. Bu bir kıyımdır. Üstelik telafisi olmayan bir kıyım.

Zeytin bir ağacın ötesinde, bir uygarlık simgesidir. Yalnızca Ege’de değil, Cudi’de, Amanos’ta, Toros’un eteklerinde, Urla’da, Edremit’te binlerce yılın tanığıdır. Bugün ona kıymak, bin yıl sonraki Türkiye’ye bir şey bırakmamaktır.

BARIŞIN, EMEĞİN VE SÜREKLİLİĞİN SEMBOLÜNE SADAKAT

Zeytin dalı barışın simgesidir. Ama bugün savaş barışı yutuyor. Dev bir kepçe, zeytin ağacının köklerine kadar iniyor. Ve biz bunu seyrediyoruz. Oysa bu suskunluk suç ortaklığıdır.

Ben bu yazıyı bir çağrı olarak değil, bir ant olarak yazıyorum. Zeytinin hakkını vermek, bu topraklara olan borcumu ödemektir. Benim vicdanım, o ağacın gövdesiyle birdir artık.

Zeytin ağacını yok eden, yalnızca toprağı değil, belleğimizi de yok eder.
Ve ben, belleğimi, çocukluğumu, mitolojimi, halkımı, geçmişimi ve geleceğimi maden sahalarına feda etmeyeceğim.

Zeytinin yanındayım. Onun köklerinde benim köküm var çünkü.