Anımsayacaksınız, kısa süre önce Ankara’ya dair bir ironi kaleme almıştım. Gregor Samsa’nın böcek dönüşümünü Ankara’nın değişen yüzüyle ilişkilendirmiş, kentin kabuğunu değiştirdiğini, bizim de o kabuğun içinde yalnızlaştığımızı yazmıştım. Şimdi düşünüyorum da aynı ironi Ankara’nın sınırlarını çoktan aşmış durumda. Bu kabuğun içine artık bir şehir değil, bütün bir ülke sığmış gibi.
Franz Kafka, Dönüşüm’de Gregor Samsa’yı bir sabah dev bir böcek olarak uyandırdığında, sadece bireysel yabancılaşmayı değil, toplumsal kabusu da anlatıyordu. Yüzyıl sonra biz de bir sabah uyandık: Ülke bildiğimiz ülke değildi artık.
Mobilyaları Çekilen Hayat
Gregor’un odasından önce masa çıkarılır, sonra sandalye, en son hatıralar. Bizim de elimizden tek tek çekildi hayatın mobilyaları:
- Eğitim: Üniversiteler diploma veren binalara dönüştü, milyonlarca genç okulu bıraktı. Amfilerdeki ses azaldı, kütüphanelerde toz arttı.
- Geçim: Asgari ücret bir geçim standardı değil, bir hayatta kalma sınırı oldu. Emekliler, gençler, beyaz yakalılar aynı çizgide buluştu.
- Güven: Sokakta selam eksildi, evlerde umut azaldı. Komşulukların yerini sessizlik aldı.
Kabuğun Sessizliği
Gregor Samsa odasında saklanırken ailesi giderek ondan uzaklaşır. Biz de birbirimizden uzaklaştık; gençler birer birer kabuğu terk etmenin yollarını arıyor. Pasaport, vize, dil kursu artık bir hayal değil, bir kurtuluş planı.
Refahın Gölgesi
Televizyon ekranlarında gördüğümüz o “mutlu ülkeler” bizim için birer hayal perdesi oldu. Bizim sokaklarımızda beton var, duvarlarımızda öfke.
Samsa’nın Aynası
Kafka’nın hikâyesinde Gregor’un sesi giderek anlaşılmaz olur. Bugün biz de birbirimizi duyamıyoruz. Toplumsal sesimiz kabuğun içinde boğuk bir yankıya dönüştü.
Gregor sonunda ölür, pencereler açılır, aile derin bir nefes alır. Bizim hikâyemiz hâlâ sürüyor, ama pencereler kapalı.
Ve belki de en doğrusu şudur: Biz hâlâ kabuğun içindeyiz.