Türk edebiyatının sadece en büyük şairlerinden biri değil, aynı zamanda dünya şiirinin de mihenk taşlarından sayılan Nazım Hikmet Ran, doğumunun 123. ve vefatının 62. yılında bile şiirleriyle, mücadelesiyle ve idealleriyle yaşamaya devam ediyor.
Onun hayatı, bir şairin ülkesine duyduğu büyük aşkın, eşitlik ve özgürlük arayışının, acılarla yoğrulmuş bir sürgünün ve asla dinmeyen bir umudun destanıdır.
SANATININ DOĞUŞU
Nazım Hikmet Ran, 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Denizci bir subay olan Hikmet Bey ile ressam Ayşe Celile Hanım'ın oğlu olan Nazım, oldukça entelektüel bir ailede büyüdü.
Şiire olan ilgisi çok küçük yaşlarda başladı ve ilk şiirlerini henüz gençlik yıllarında yazdı. Özellikle anne tarafından dedesi Nazım Paşa'dan aldığı sanatsal miras, onun yeteneğini besledi.
Bahriye Mektebi'ni (Deniz Harp Okulu) bitirdi ve deniz subayı olarak göreve başladı. Ancak siyasi görüşleri ve şiirlerindeki muhalif tınılar nedeniyle kısa sürede askerlikten uzaklaştırıldı.
İstanbul'un işgal altında olduğu yıllarda, Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine katıldı ve vatansever şiirleriyle genç kuşağı etkiledi.
MOSKOVA YILLARI
1921'de, daha büyük bir ideale ulaşmak ve yeni bir dünya düzenini anlamak amacıyla Rusya'ya gitti. Moskova'da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde (KUTV) iktisat ve sosyoloji eğitimi aldı.
Bu dönemde özellikle Rus Fütürizmi'nin öncülerinden Vladimir Mayakovski ile tanışması, şiirine yeni bir soluk getirdi. Geleneksel şiir kalıplarını yıkarak serbest nazımı benimsedi, dize yapısını serbestleştirdi ve imgeleri daha cesurca kullanmaya başladı.
Bu yenilikçi yaklaşım, Türk şiirinde bir devrim niteliğindeydi ve kendisinden sonraki pek çok şairi derinden etkiledi.
ZORLU MÜCADELE YILLARI
1924'te Türkiye'ye döndüğünde, komünist görüşleri ve devrimci şiirleri nedeniyle iktidarla çatışmaya başladı. Sık sık tutuklandı, yargılandı ve hapis cezalarına çarptırıldı. En uzun süreli hapis cezasını 1938'de aldı.
Harbiye, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde toplam 13 yıl hapis yattı. Bu yıllar, onun şiirinin en olgun dönemlerini oluşturdu. "Kuvayi Milliye Destanı", "Memleketimden İnsan Manzaraları" gibi başyapıtlarını bu dönemde kaleme aldı.
Hapishanede dahi kaleminden vazgeçmedi, yazdığı mektuplar ve şiirler dışarıya kaçırılarak yayınlanıyordu.
1950'de, uluslararası kamuoyunun ve özellikle dönemin aydınlarının büyük baskısıyla serbest bırakıldı. Ancak özgürlüğü uzun sürmedi. Hakkındaki davalar ve baskılar devam edince, 1951 yılında Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldı. Bu, onun için bir ömür sürecek büyük sürgünün başlangıcıydı.
Vatandaşlıktan çıkarıldı ve tam 12 yıl vatan hasretiyle yaşadı.
SÜRGÜN YILLARI
Sürgün hayatı boyunca SSCB, Polonya, Fransa gibi birçok ülkede yaşadı. Özellikle Moskova, onun ikinci evi oldu. Uluslararası Barış Ödülü'nü kazandı, dünya çapında tanınan bir şair haline geldi. Şiirleri onlarca dile çevrildi, oyunları sahnelendi. Pablo Neruda, Louis Aragon gibi dünya şairleriyle dostluklar kurdu.
Sürgün yıllarında dahi Türkiye'ye ve Türk halkına olan sevgisini, özlemini her fırsatta dile getirdi. "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" dizeleri, sadece onun değil, tüm insanlığın özgürlük ve kardeşlik arayışının sembolü haline geldi.
Vatanına dönememenin acısı, şiirlerinde derin bir melankoliye dönüşse de, umudunu asla kaybetmedi.
GÜNÜMÜZDE NAZIM HİKMET
Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963'te Moskova'da hayata veda etti. Cenazesi büyük bir kalabalıkla defnedildi. Türkiye'de yıllarca yasaklı olan şiirleri, ölümünden sonra yeniden yayınlanmaya başlandı ve geniş kitlelere ulaştı.
2009 yılında, vefatından 46 yıl sonra, Türk vatandaşlığı iade edildi. Bu karar, onun Türkiye'ye olan vefasının ve sanatının nihayet tam anlamıyla tescillenmesi anlamına geliyordu.
Günümüzde Nazım Hikmet, Türk şiirinin modernleşmesindeki öncü rolüyle, siyasi ve sosyal duyarlılığıyla, insanlığa duyduğu evrensel sevgiyle anılmaktadır. Şiirleri sadece edebiyat çevrelerinde değil, müzikten sinemaya, tiyatrodan resime kadar pek çok sanat dalında ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
Onun hayatı, şiiri ve mücadelesi, Türkiye'nin ve dünyanın çalkantılı 20. yüzyılını anlamak için vazgeçilmez bir kılavuzdur. Nazım Hikmet Ran, "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda..." dizelerindeki gibi, kökleri derinlerde olan, dalları dünyaya yayılmış, nesillere ilham veren bir sanat ve fikir çınarı olarak yaşamaya devam edecektir.