Hazine arazisi işgalleri genellikle bireysel olarak değil belirli grupların ve öncülerin teşviki ve inisiyatifi ile meydana geldi. Kente önden göç eden göçmenler bir şekilde kentle eklemlendikten sonra hemşerilik, akrabalık gibi geleneksel cemaat bağları ile örgütlenerek bir dayanışma ağı kurmuşlardır. Bu dayanışma ağı arkadan gelecek olan göçmenler için hem daha önceden göç edip başarılı olmuş örnekler olarak hem de hali hazırda yeni göç edenin büyük şehirde karşılaşacağı sorunlara karşı kurulu bir düzen ve destek ve olarak cesaret verici ve teşvik edici olmuştur. Öncülerin kurduğu bu yapılanmalar sosyal ağlar ve kentle eklemlenme konusundaki göreceli başarı aynı zamanda kırdan kente göçü tetikleyen ana güçler olan itici ve çekici güçlerin işlemesini olanaklı kılan aracı güçlerden sürükleyici güçlere örnektir. Bu örgütlenmeler sürecin gelişiminde gecekondu mahallelerinin oluşmasına katkı sağlayarak kamu otoritesine karşı birliktelikten doğan bir güç oluşturmuş ve yapısal bir değişim başlatmıştır. Bununla birlikte gecekondu mahalleleri artan nüfuslarıyla birlikte siyasal yapı üzerinde de etkinliğini arttırarak seçim dönemlerinde çeşitli kentsel servis ve alt yapılarından yararlanmaya çeşitli gecekondu afları ile varlıklarını meşrulaştırmaya başlamışlardır. Siyasi iktidarlarında bir dönem oy kaygısı ile Gecekondulular kente ve kentin olanaklarına ulaşmada ve algılamada toplumun diğer kesimlerinden farklı süreçlerden geçerek farklı bir bilinç ve farkındalık kazanmışlardır.

Bu süreçlerde seçim dönemlerinde verilen haklar ve vaatlerle bu dönemler arasında verilen yıkıma karşı mücadele, siyasi etkiler, hatta mafyaya karşı verilen mücadele ile kent halkının diğer kesimlerinden farklı enformasyon ve dayanışma ağları içinde gelişen bir takım reflekslere sahip olmuşlardır. 1950'ler ve 2000'li yıllar arasındaki süreçte gecekondunun bir yerleşim modeli olarak yaygın bir hal alması ve kent nüfusunun her üç kişisinden birinin gecekondulu olması sonucu gecekonduluların toplumsal ve siyasal etkilerini son derece arttırdı. Bununla beraber çoğu gecekondu mahallesi temel altyapı hizmetlerine sahip oldu. Bu gelişmelere ek olarak 1966 yılında gecekonduların sosyal, ekonomik ve kentçiliğe konu olan problemlerini çözmeyi amaçlayan 775 sayılı gecekondu kanunu çıkarılmıştır. Daha sonraları gecekondu bölgelerine getirilen imar afları ve bu bölgelerin imara açılması gibi açılımlar, gecekondu bölgelerindeki bir başka yapısal hatta fonksiyonel değişime neden oldu. Gecekondular barınma odaklı olmalarının yanı sıra birer yatırım enstrümanına dönüştüler. Günümüzde gecekonduların büyük bölümünde kiracılar oturmakta, hatta apartman dairesinde oturan ve gecekondularını kiraya veren gecekondu sahipleri bulunmaktadır. 1. Özal Hükümeti (45. Hükümet) döneminde çıkan gecekondu aflarına kadar gecekondu affi olgusu, kent yoksullarına güvence sağlama anlayışı içerisindeydi ancak 1984 yılında çıkarılan 2984 sayılı kanun uyarınca gecekondu aflarıyla beraber verilen tapu tahsis belgeleri gecekonduculara kent rantından pay almanın kapılarını açtı.

Yine bu dönemlerde imar islah planı kavramı ortaya çıkarak mevcut gecekondu alanlarında çevre düzeni ve yolların nispeten daha yaşanabilir ve mevcut imar düzenine uygun hale getirilmesi amaçlanıyordu. Fakat imar islah planları ilçe belediyelerinde kötüye kullanılan bir araca dönüşerek yeni yerleşim alanlarını yerleşime açmak adına kullanıldı. "775 sayılı Kanun'un, kendilerine arsa ya da konut tahsis edilenlerin yirmi yıl süreyle bunu satmak Ya da devretmek haklarını kısıtlayan 34. maddesi iptal olunmuş, bunun sonucunda gecekonducular arsa ya da konutunu satarak ya da kat karşılığı vererek rant sağlamışlar ve yeni gecekondu yapmaya devam etmişlerdir."(Özden s.286) Bütün bu süreçler kent rantının bir şekilde sömürülmesine olanak verirken, verilen her gecekondu affı kendinden önce yapılan gecekondulara güvence verirken yeni yapılacaklara da davetiye çıkardı. Bu süreçte gecekondu kavramının özündeki ana fikir olan barınma ihtiyacının yerini kentsel rant almaya başladı. Gecekondular aracılığıyla kentsel rantın dağıtılması sonucunda birtakım gruplara haksız kazançlar sağlanması, kentlerin doğal ve tarihi çevrelerinin bozulması, kaçak ve plansız yapılaşma sonucu doğal kaynakların kontrolsüz kullanımı, altyapı ve ulaşım sorunlarının kentleri etkisi altına almasıyla kentlerdeki yaşam kalitesinin olumsuz yönde etkilenmesi gibi çözümü sonradan çok zor olacak bir takım sıkıntılar ortaya çıkmıştır.

Bu noktada rant kavramını ve kentsel rantı irdelemek gerekir. Türkiye'de özellikle 1990'lardan sonra ortaya çıkan lüks konut kavramı ve global ekonomik gelişmelere paralel olarak bu tür konutlara artan talep yeni bir rant etkisi yarattı. Kentin genel görünümünü iyileştirmesi, bulunduğu alanlardaki yaşam şartlarını iyileştirmesi gibi olumlu yönleri olan bu konut yerleşkeleri ilk önceleri kent merkezinden uzakta orman alanları gibi doğal kaynakların üzerine kurulmaya başlandı. Bununla beraber kent merkezleri konut kullanımından uzaklaşmaya başladı ve giderek ticaret ya da benzeri yapıyı yerleşenin koruyamadığı kullanımlara geçti. Burada Prof. Ruşen keleşin 'süzülme' kavramını ele alabiliriz. Süzülme kavramına göre çeşitli nedenlerle yaşadığı konutları daha iyi bir konutla değiştirenlerin yerine bu konutlara kendilerinden daha düşük gelir sahibi ve daha alt sosyal bir sınıfa sahip kişiler yerleşirler. Bu kişiler yerleştikleri konutlara bir önce ki sahibi kadar iyi bakacak şartlara sahip değildirler. Bunun sonucunda eski sahipleri daha üst seviyede konutlara terfi eden mahalleler giderek eskiyerek köhnemeye başlar.

Bu eskiyen kent parçaları giderek bir bozunma sürecine girer. Toprak rantı yüksek olmasına karşın üzerindeki yapıların niteliği nedeniyle tercih edilmeyerek bozunan bu alanlar ve gecekondu alanları 'kentsel yenilemenin' daha makro boyutta 'kentsel dönüşümün konusudur. Türkiye'de kentsel dönüşüm olgusu depremsellikle daha çok gündeme gelmesine rağmen, depremsellik odağında olmayan, amacı, bozunmuş ve eskimiş kent parçalarının, sosyal ve ekonomik boyutlarının, neden sonuç ilişkileri içerisinde yeniden tarif edilerek modern yapılarla kente kazandırılması olan dönüşüm operasyonları daha fazladır. Depremselliğin ön planda olmadığı kentsel dönüşüm projelerinde rant kavramı daha geniş bir yer tutar. Özellikle kaçak yapılaşma ve gecekondulaşma gibi sebeplerin ön panda olduğu kentsel dönüşüm projelerinde kentsel rantın paylaşımı tartışma konusudur.

Rant, kelime anlamı olarak bir mal veya paranın, belirli bir süre içinde emek verilmeksizin sağladığı gelir anlamına gelir. Rant kavramı doğal bir kaynağın ya da varlığın kullanımında (toprak gibi) elde edilen ek gelir olarak kabul edilir. Bu ek gelir elde edilirken herhangi bir ek yatırım maliyeti yoktur. Ranta ilişkin klasik ekonomistlerin birçok görüşü vardır ancak İngiliz ekonomist David Ricardo ve Karl Marx'ın toprak rantına ilişkin kuramları birbirinin kritiği niteliğindedir.


David Ricardo'nun rant kuramında toprak rantı tutarlı bir şekilde açıklanır. Ricardo'ya göre toprakta verimlilik farkı vardır ve kuramını da bu verimlilik farkına dayandırmaktadır. Ricardo'ya göre üretime ilk önce yüksek verimlilikteki topraklar açılacaktır ve bu nitelikteki topraklar sınırlı olduğu için artan nüfusa paralel olan talep ve ihtiyaç artışına bağlı, göreli olarak daha verimsiz ve dolayısı ile üretim maliyetleri daha yüksek topraklar verimlilik sırasına göre üretime açılacaktır. Böylece farklı verimlilikteki topraklara göre tarımda üretim maliyetleri birim alan için farklılaşacaktır. Tam rekabet şartlarında piyasada her ürün için tek bir fiyat oluşacaktır ve bu fiyat en verimsiz topraktaki ürünün üretim maliyetine eşit olmak zorundadır. Aksi halde bu verimsiz topraktaki üretici zarar eder ve bu topraklarda üretim olmaz. Verimliliği yüksek olan ve daha önceden üretime açılmış toprakların sahipleri, düşük üretim maliyetlerine rağmen piyasada ki yüksek en yüksek üretim maliyetine göre belirlenmiş fiyattan mallarını satarak üretim maliyeti ve piyasa fiyatı arasındaki fark kadar ek bir kazanç sağlamış olurlar. İşte bu ek kazanç toprağın rantıdır.

Karl Marx Das Kapital'in üçüncü volümünde tarıma en elverişli toprak sahipleri sınıfının, bu toprakları işleyenlerin üzerinden elde ettikleri rant şartlarında kapitalist üretimin tarımsal üretimde nasıl işlediğini açıklar. Marx'a göre rant ekonomik kategori olarak faiz, üretim vergileri, veya sanayi karları gibi artı değerin bir çeşidi sayılır ve özel mülkiyet nedeniyle toprak sahibine, emek ürünü olarak değil, doğrudan doğal varlıkların kullanımı için ödenen bir bedeldir. Asıl sorun bu bedelin yani rantın kaynağının belirlenmesidir.

Marx'ın rant teorisi İngiliz ekonomist David Ricardo'nun rant teorisinin bir kritiği gibidir. Marx, Ricardo'nun rant teorisini sayısal örneklerle, tarımdaki sermaye yatırımının, göreceli karlılığının, topraktaki üretkenlik, verimlilik, tarım alanının lokasyonu ve tarım alanındaki iyileştirmeler için yapılan sermaye harcamaları sayesinde nasıl etkilendiğini irdeler. Marx'a göre kapitalizm tarımı sadece ticari motifler üzerinden işleyen herhangi bir ticaret koluna dönüştürür. Arsa sahiplerinin arsa fiyatlarını kendileri ayarlayarak buradaki oluşan ranttan para kazanmasını, endüstriyel burjuvazi için bir engel kabul eder ve bu aradaki rantın tarımsal üretime ek bir üretim maliyeti olarak yansıması nedeniyle tarımsal üretimin fiyatını arttırdığını savunur çünkü rant değişim değerinin dışında tutulur. Marx'ın rant teorisi ekonomik yazınları içerisinde en az bilinen ve en zor kavrananların arasındadır. Bunun sebebi tarım alanındaki kazanımların çok farklı sebeplere tabi olmasıdır. Teorideki kapalılık ve anlaşılmazlığın sebeplerine örnek olarak modern makro ekonomik istatistikler ve milli muhasebede (national accounts) toprak rantının miktarına ve bu kazanımlara ilişkin ayrı bir veri bulunmamaktadır. Bu rantlar resmi olarak katma değerin bir parçası olarak sayılmazlar ve GMH hesaplarına katılmazlar. Bu rantlar üretimden gelen kazanımlara yansımazlar ve üretimle alakasızdırlar. Bu nedenle de bu kazanımlar yeni ortaya çıkan ürünün değerine net bir katkı yapmaz. Marx'ın teorisinde rant bir mala sahip olmaktan dolayı kazanılan geliri direk olarak yansıtmasa da artı değerin bir elemanıdır (surplus value) ve bu nedenle bu rantlar üretilen ilk ürünün ortaya çıkan değerinden bağımsız olarak üzerine ek ödenmek zorunda olunan kazanç akışıdır.

Rantın yapısı gereği üretime ve ülke ekonomisine direk bir katkısı olmadığı anlaşılmaktadır. Kentsel rant teorisi de aslında Ricardo ve Marx'ın teorilerini oturttuğu tarım toprakları üzerinden rant kavramıyla açıklanabilir. Özellikle globalleşmenin yarattığı ekonomik şartlar içerisinde özelleştirmenin ön plana çıkışı ve hazine arazilerinin özel mülkiyete geçişinden elde edilerek devlet ve özel sektör arasında paylaşılan rant ve bu rantın paylaşımı tartışma konusudur. Kamu yararı ve rant tartışmaları Türkiye'de kentsel dönüşüm olgusunun önündeki en büyük tartışmadır. Mekânın kişiye olan etkisi nedeniyle daha iyi mekânsal ve kentsel çözümlerin, kamu yararı içerdiği yadsınamayacak bir gerçek ve kentsel dönüşümün gerekliliği için doğru bir argümandır. Ancak bu alanlardan elde edilen rantın kamu yararına kullanılması ve ülke ekonomisine en yüksek derece katkı yapması çok büyük önem taşır.