Ankara’nın 13. yüzyıldaki hâlini gözünüzde canlandırın. Selçuklu’nun otoritesi sarsılmış, Moğol baskısı kapıya dayanmış, şehir adeta kendi başının çaresine bakmak zorunda kalmış. İşte tam da bu iklimde Ahîler devreye girdi ve tarihin en sıra dışı yönetim modellerinden biri doğdu: Ahî Cumhuriyeti.
Bu model, yalnızca bir esnaf loncası düzeninden ibaret değildi. Şehrin üretim ve ticaret hayatını düzenleyen, adaleti sağlayan, asayişi kontrol eden ve gerektiğinde dış savunmayı üstlenen bir yapıydı. Bir başka deyişle Ankara, 13. yüzyılın ortasında kendi küçük cumhuriyetini yaşıyordu.
Bu cumhuriyetin kılıcı, yani güvenlik gücü ise Seymenlerdi. Seymenler yalnızca bekçi değil, gerektiğinde milis, gerektiğinde tören alayı, gerektiğinde mahkeme kararlarını infaz eden kolluk gücüydü. Pazarın düzeninden şehrin kapısına kadar her yerde vardılar.
Ve sonra bir üst halka: Seyfi Kolları. Adını “seyf” yani kılıç kelimesinden alan bu seçkin birlik, Seymenlerin en disiplinli ve en savaşçı kesimiydi. Kritik noktaları korur, silahlarıyla hazır bekler, gerektiğinde şehrin kapısından çıkarak sefer düzenine katılırlardı.
Bu hiyerarşiyi daha iyi anlatmak için, gözünüzün önüne getirebileceğiniz bir küçük şema bırakıyorum:
Bu yapı aslında bugünün belediye, emniyet ve hatta ordu sistemine benzer bir düzen sunuyordu. Şehir meclisi (Ahî Meclisi) karar alıyor, Seymenler uyguluyor, Seyfi Kolları da son sözü kılıcıyla söylüyordu.
Bugün Ankara’da hâlâ yaşayan Seymenlik geleneği, işte bu çok yüzyıllık hafızanın bir devamı. 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiğinde onu karşılayan Seymen Alayı, geçmişin bu siluetini bir anlığına canlandırmış gibiydi.
Ankara sokaklarında yürürken, belki de hâlâ o ayak seslerini duyuyoruz. Seymenler ve Seyfi Kolları, yalnızca bir güvenlik teşkilatı değil, bu şehrin direncinin, onurunun ve kendi kaderini tayin etme arzusunun simgesi olarak karşımızda duruyor.