Diplomasinin bazen bir imza değil, bir armağanla kurulduğunu çok az kişi bilir. Tarihin o görünmeyen kıvrımlarında, masaların üzerinde duran kağıtlardan çok daha güçlü semboller vardır. İşte Rus Büyükelçisi Semyon Aralov’un Mustafa Kemal’e getirdiği üç Moğol kılıcı, o sembollerin en keskin, en suskun olanıdır.
Bugün bu kılıçları anlamaya kalkınca mesele sadece bir hediye meselesi olmaktan çıkar; karşımıza iki büyük devrimin —Bolşevik ve Milli Mücadele— birbirini uzaktan tartan ama aynı rüzgâra yüzünü vermiş iki liderinin hikâyesi çıkar: Lenin ve Mustafa Kemal.
Ve o hikâyenin ortasında, Ankara sıcağında ağır ağır ilerleyen bir araba ve içinden Türkçe konuşmayı öğrenmiş bir Rus diplomatı iner:
Semyon Aralov.
Bir sandık, üç kılıç ve söylenmeyen kelimeler
Aralov’un Ankara’ya gelirken yanında taşıdığı sandık uzun yıllar sıradan bir ahşap sandık sanıldı. Oysa sandığın içinde, Orta Asya’nın rüzgârını, bozkırın metal kokusunu, at nallarının sesini taşıyan üç Moğol kılıcı vardı. Hiçbiri rastgele seçilmemişti; her birinin kendine ait bir anlamı vardı.
Birinci kılıç – Mustafa Kemal için
Ucu kıvrık, kabzası sade. Sanki “ben gösterişli değilim, işimi bilirim” der gibi. Aralov bu kılıcı bizzat Mustafa Kemal’in ellerine bıraktı.
Bu sadece bir armağan değildi;
“Savaşı kazandınız, şimdi geleceği kurgulayın” diyen bir saygının işaretidir.
İkinci kılıç – İsmet Paşa’ya
Aralov’un gözünde Milli Mücadele’nin iki direği vardı: Mustafa Kemal ve İsmet. Kılıcın bu ikincisi, iki lider arasında kurulmuş görünmez bir köprü gibidir.
“Bu mücadele bir kişinin değil, bir kararlılığın eseridir” demek ister.
Üçüncü kılıç – İzmir’e ilk girecek süvari komutanına
İşte asıl destansı olan budur.
Bu kılıç kişiye değil, bir eyleme verilmiştir.
9 Eylül sabahında İzmir’e ilk giren süvari birliği —Mürsel Paşa’nın süvarileri— şehre adım attığında, Ankara’da bir masanın üzerinde bu kılıç çoktan bekliyordu.
Bıçak gibi bir cümle gizliydi ardında:
“Zaferi atın nalında, tozun içinde kazananlara…”
Kılıcın o gün kime verildiğine dair rivayetler çeşitlidir; kimi Şerafettin (İzmir) Bey der, kimi birliğin tamamına mal edildiğini söyler.
Ama adın ne olduğu artık önemsizdir.
Çünkü bazı hediyeler bir kişiye değil, bir millete verilir.
Diplomasinin en keskin ânı sözle değil, sessizlikle olur
Aralov’un hatıralarını okurken insan şunu görür:
O kılıçlar aslında bir teşekkür değil, bir tanımadır.
Bolşevik Rusya Anadolu’nun destanını yazmaya çalışan genç bir lideri görmüş, ona saygı duymuş ve kendi tarihinde yeri olan bozkırın en eski silahlarını teslim ederek şunu demiştir:
“Sizin savaşınız bizim tarihimizin de içindedir.”
O gün Çankaya Köşkü’ne bırakılan sadece metal değildi.
Bozkırın bin yıllık rüzgârı, Moğol askeri disiplininin soğukluğu, Orhun’dan gelen bir selam gizlice o odanın içine girmişti.
Kılıçların gölgesi bugün hâlâ dolaşıyor
Bazen tarihte en güçlü nesne, hiç kullanılmamış bir kılıçtır.
Çünkü kullanılmamış her kılıç, bir kararı;
bir kararı da bir geleceği anlatır.
Aralov’un getirdiği üç Moğol kılıcı bugün vitrinlerde parlayan birer obje değil;
diplomasinin, saygının ve devrimci liderliğin sessiz birer tanığıdır.
Bu ülke Cumhuriyet’i sadece meydanlarda değil, bu tür küçük ve sessiz jestlerle de kurdu.
Aralov’un sandığı açıldığında çıkan metal, aslında bir şey daha söylemişti:
“Geçmişin kılıçları, geleceğin barışını mümkün kılabilir.”
Bizim görevimiz, o barışın anlamını unutmamaktır.