Her kentin bir hafızası vardır; ama o hafızayı dile getirebilen kitaplar çok azdır. Ankara için bu nadir kitaplardan biri, çoğu Ankaralının adını bile duymadığı **Ernest Mamboury’nin “Ankara Gezi Rehberi”**dir. İlk kez elime aldığımda, eski bir dostla tanışmış gibi hissettim. Çünkü bu kitap, taş binaların, sokak isimlerinin ve heykellerin ötesinde, Ankara’nın bir zamanlar nasıl nefes aldığını anlatıyor.

Bir İngiliz’in Gözünden Cumhuriyet’in Başkenti

Ernest Mamboury, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’ya gelen yabancı uzmanlardan biriydi. Gözlem yeteneği güçlü, anlatımı sade ama derin… Onun rehberi, bir turist kitabı değil; tam anlamıyla bir medeniyet tanıklığı. Kızılay’dan Ulus’a, Hacı Bayram’dan Kavaklıdere’ye kadar her adımda bir inşa sürecini, taş taş büyüyen bir Cumhuriyet’i hissedersiniz. Mamboury’nin satırlarında Ankara sadece yeni bir başkent değil, aynı zamanda modernleşmenin laboratuvarıdır.

Unutulmuş Bir Bellek Kitabı

Bugün o dönemin atmosferini anlamak isteyen herkesin elinde olması gereken bir metin bu. Çünkü şehir planlarını, cadde isimlerini, resmi kurumların yerlerini anlatırken; aynı zamanda o kurumların arkasındaki ruhu, yani Cumhuriyet’in “yeniden doğma” heyecanını da aktarır.
Bu yüzden ben, yıllardır her yeni yazıya başlamadan önce o sayfalara bir göz atarım. “Acaba Mamboury bu köşeyi nasıl görmüş, bu binayı nasıl tanımlamıştı?” diye sorarım. Her defasında da yeni bir ayrıntı çıkar karşıma.

Bir Başucu Kitabı Olmak Ne Demektir?

Bir kitabı “başucu” yapan şey, yalnızca bilgi değil; ruhudur. “Ankara Gezi Rehberi” o ruha sahip. Tozlu sayfaları arasında dolaşırken, Cebeci’nin ilk evlerini, Ulus Meydanı’ndaki heykellerin çevresinde biriken kalabalığı, henüz asfaltlanmamış sokaklarda yürüyen çocukları hissedersiniz.
Ve fark edersiniz ki, bu şehir aslında yalnızca taş binalardan değil, ideallerden inşa edilmiştir.

Gizlenenin Peşinde Bir Rehber

Mamboury’nin kitabı, benim için yalnızca geçmişin bir tanığı değil, “Gizlenenin Peşinde” serüvenimin sessiz bir yol arkadaşıdır. Her sayfası, kaybolmuş bir sokağın, unutulmuş bir binanın, silinmiş bir tabelanın izini taşır. Onun gösterdiği patikaları takip ettikçe, bugünkü Ankara’nın ne kadarını koruyabildiğimizi, ne kadarını kaybettiğimizi daha iyi anlarım.

Bir Kapak, Bir Sembol: Krippel’in Heykeli

Elimdeki baskının kapağında, Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel’in imzasını taşıyan Ulus’taki Atatürk Anıtının zarif bir çizimi yer alıyor. Gri bez cilt üzerine işlenmiş bu sade illüstrasyon, kitabın ruhunu neredeyse tek başına anlatıyor: taşlarla, heykellerle, ideallerle yükseldi bu başkent. Mamboury’nin Ankara’sı da işte bu sembolün gölgesinde şekillendi.

Belki de her şehir araştırmacısının elinde böyle bir rehber olmalı. Çünkü bazı şehirler ancak bir yabancının gözüyle yeniden görünür hale gelir.

KİŞİSEL NOT:
Her yeni Ankara gezimde, Mamboury’nin sayfaları hâlâ önümde açık durur. Çünkü geçmişi bilmeden hiçbir sokak doğru okunmaz.