Fal dediğimizde bugün çoğu kimsenin zihninde bir kahve fincanı beliriyor olabilir. Ama Anadolu’nun kadim coğrafyasında, fal çok daha derin, çok daha kutsal ve çoğu zaman devlet yönetimine yön veren bir işlev üstleniyordu. Antik çağların bu mistik uygulamalarını araştırırken, benim için hep bir eşik vardı: Karaciğer Falı.

Yıllar önce Hititlerde Karaciğer Falı üzerine birkaç televizyon programı yapmış, ardından konuyla ilgili ayrıntılı bazı makaleler kaleme almıştım. Arkeolojik bulgular, kil karaciğer maketleri ve kraliyet arşivlerindeki yorum metinleriyle bu konuyu oldukça derinlemesine ele aldım. Bu nedenle, bu yazı dizisinde Karaciğer Falı’na tekrar dönmeyeceğim. Onun yerine, daha az bilinen ama bir o kadar büyüleyici olan başka antik fal yöntemlerinin izini süreceğiz.

Bugün ilk adımı atıyoruz…

KUŞUN UÇUŞUNDA YAZILAN YAZGI: ORNİTOMANSİ

Kuşlar, gökyüzünün habercileri olarak görülürdü. Uçuş yönleri, sayıları, ötüşleri… Hepsi birer işaret, birer tanrısal mesajdı. Bu yönteme “ornitomansi” deniyordu. En yaygın haliyle Lidya, Frigya ve daha sonra Helenistik dönemde Anadolu kentlerinde karşılaşıyoruz. Özellikle Apollon’un kehanet tanrısı sayıldığı tapınak çevrelerinde rahipler, gökyüzünü adeta bir yazıt gibi okurdu.

Anlatılır ki, bir savaş öncesinde Frigya’da bir komutan, Apollon’a danışmak için kutsal ormana gider. Rahip, kuşların tam kuzeye doğru ve üçerli gruplar hâlinde uçmasını “zafer” olarak yorumlar. Komutan gerçekten de o savaşı kazanır ama üç gün sonra bir iç isyan baş gösterir. Aynı rahip, kuşların üçerli uçuşunu bu kez “üç gün içinde tersine dönecek talih” olarak yorumlar. Kehanetin esnekliği değil, halkın ona verdiği inanç belirleyici olmuştur burada.

DUMANIN YÜKSELİŞİYLE FISILDAYAN GELECEK: OKSİLOMANSİ

Ormanlık ve dağlık bölgelerde yaşayan halklar, doğayı falın asıl kaynağı olarak görürdü. Ateşin çıtırtısı, dumanın yönü ya da bir anda kor haline gelen çalı; hepsi tanrıların bir diliydi. Frigya yaylalarında gece yakılan kutsal ateşin dumanı sabah ilk ışıkla birlikte izlendiğinde, halk o yılın bereketli mi yoksa kıtlıkla mı geçeceğini anlayacağını düşünürdü.

Pisidia’da yapılan kazılarda, üzerinde duman kıvrımları betimlenmiş seramikler bulunmuştur. Bunlar, sadece kap değil; aynı zamanda dumanı yönlendiren ve onu “okunabilir” kılan nesnelermiş. Belki de bugün kadim Anadolu’da unuttuğumuz en eski ‘kahve fincanı’ bunlardı.

RÜYALARDAN YAZGI ÇIKARMAK: ONEİROMANSİ

Rüya, tanrılarla görüşmenin bir yolu sayılırdı. Hititler'den Helenlere kadar uzanan bir gelenekte, yöneticiler rüyalarını profesyonel yorumculara anlatır, önemli kararları buna göre şekillendirirdi. Apollon’un Klaros’taki tapınağında “uyku odaları” bulunduğu, bu odalarda danışanların bir gece uyuyarak rüya görmesinin sağlandığı biliniyor.

Rüyada görülen yılan bereketin, kırık bir testi ise ihanete uğramanın işareti sayılırdı. Günümüz psikanalizine taş çıkartacak derecede sistemli bir sembol dili vardı. Ama asıl mesele, tanrının “rüya içinde konuşmasıydı.” Yani o sesi duymak…

TAPINAKTAN GELEN KEHANET: ŞİİRSEL BİR KOD

Didyma, Klaros, Efes… Anadolu’nun kutsal tapınaklarında, rahip ya da rahibeler, tanrıların sözlerini şiirleştirerek verirlerdi. Bu kehanetler, açık olmaktan çok uzaktı. Genellikle çok anlamlı, çifte mesaj içeren dizelerdi. Örneğin Didyma’da bir tiran, ömrünü sorar. Gelen yanıt şudur:

“Küller savrulmadan önce, dördüncü ayda kuşlar ötecek.”

Bu dize, tiran için hem sonbaharda gelen bir isyanı hem de ilkbaharda yapılacak bir suikastı işaret edebilir. Kehanetin etkisi burada gizli: Anlamı belirsizleştikçe, inancı kuvvetlenir.

TUTULMALARIN GÖLGESİNDEKİ KORKU

Ay ya da Güneş tutulması, Hititler başta olmak üzere birçok Anadolu medeniyeti için tanrıların öfkesinin işaretiydi. Tutulma olduğu günlerde sarayda olağanüstü hâl ilan edilir, temizlik ritüelleri yapılır, kral için “gölge kral” tayin edilerek gerçek hükümdarın lanetten korunması sağlanırdı.

Boğazköy metinlerinde şöyle bir ifade geçer:
“Ay karardığında, kara sakalına yemin eder tanrı; halktan çok, kral titrer.”
Bu satır bile tek başına, o dönem insanların gökyüzüne nasıl bir anlam yüklediğini gösterir.

BİR GELENEK, BİR ZAMAN MAKİNESİ

Bugün kahve telvesinden, iskambil kâğıdından ya da yıldız haritalarından fal bakıyoruz. Ama belki de o telve, eski bir dumanın; o kâğıtlar, uçan kuşların; o burçlar, tutulmuş bir göğün modern yorumlarıdır.

Anadolu’nun antik fal gelenekleri bize sadece geçmişi anlatmaz. Aynı zamanda bugünkü inanç biçimlerimizin ne kadar köklü olduğunu, “gizlenenin” aslında hiç kaybolmadığını gösterir.