Bu yazı dizimizde Ankaralılar için çok kıymetli bir konuğum var. Dericizade Faruk Küçük. 

Faruk Bey bir iş adamı. Belki de Ankara'yı deriyle, deri endüstrisiyle tanıştıran kişi. Atalarından miras kalan bu ahi geleneğini sürdürmeye devam etti ve çocukları tarafından da devam ettiriliyor. 

Dericizade markasını zaten bütün Ankaralılar iyi bilir. Ben bugün burada iki başlıkta konuğumla sohbet etmek istiyorum. Bir bu deri meselesini, Dericizade kimliğiyle oluşan bu süreci konuşmak istiyorum. 

Bir de hepimizin aslında iyi bildiği Sayın Faruk Küçük'ün koleksiyon merakını konuşacağız. Küçük elinde olan milyonlarca bilgi, belge, fotoğraf, mecmuayı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Tarih Kurumu'na armağan etti. Dilerim kurum bunu en uygun haliyle modern dünyanın tekniklerini de kullanarak korur, kollar ve en azından Ankaralıların, yurttaşların kullanımını açar. 

Sayın Küçük merhaba. bu mabedi bize açtığınız için önce çok teşekkür ediyorum. 

Size de ayrıca minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. Yaptıklarınızla, kendinizi vakfettiğiniz bu işle ilgili olarak çok müteşekkirim açıkçası onu söyleyeyim.

Dilerseniz bu Dericizade meselesiyle ilgili hayat hikayenizi, babanızdan başlayan süreci bir kısa bize bir özet verir misiniz? 

Efendim ben Ankara'nın Haymana ilçesinde 1947 senesinde doğdum. Babam da dericiydi, ailenin en büyük oğlu benim. 60'lardan evvel Ankara'ya geldik ve 1977'den itibaren hayvanın sırtından alıyoruz, insanın sırtına giydiriyoruz. 

O zamanlar fabrikada işliyoruz, atölyede dikiyoruz, satış mağazasında satıyoruz. Türkiye'nin 20-30 vilayetinde şubemiz oldu. Uşak’ta iki tane fabrika kurduk. İstanbul’a, İzmir’e şubeler açtık.

Fakat 1997'de ayrıldık. Ondan sonra ayrılan bu üç kardeşten herkes kendi yoluna gitti. Ama onlar da dericilikle uğraşmaya devam ettiler. 

O zaman ailemizde herkes derici. Enişteler derici, kayınlar derici. Herkesi derici ettik, yeğenlerimiz derici. 

Dermimod’un asıl sahibi Rahmetli Hasan Yelmen vardı. Bir sohbet esnasında “İyi ki siz Ankara'dasınız. Eğer İstanbul'da olsaydınız, biz İstanbul'da böyle cirit atamazdık” dedi. 

Ata mesleğiydi dericilik. Benim üç oğlum var ikisi otelcilikle uğraşıyor biri dericilik işine devam ediyor. Kısacası dericilik bizde de genel toplumda da geriye gidiyor. 

İmkanı olan insanlar arasında kaliteli insanlar deri giyerler. Çünkü bilirler deri sağlıktır. Mesela ben 1984'te ithalat ve ihracat için Amerika'ya gittim. Gördüğüm şu, bir deri mont orada 1000 dolar. Deri montları koca mağazalarda bir kolundan zinciri geçiriyorlar çalınmasın diye. Eğer deri mont alacağın zaman birisi geliyor ve görevli ona göre zincirleri açıyor. Orada ulaşmak bizlere göre o kadar zor o kadar kıymetliydi. O dönemlerde yine oraya numune için bir etek ve bir mont götürdüm. O dönem benim için tercümanlık yapan arkadaşımızın kızı orada okuyordu dönerken de ona hediye edip döndüm numuneleri. Birkaç ay sonra bir mektup geldi. 

Mektupta o kız teşekkür ediyor ve herkes beni burada zengin sanıyor diyor. O kadar pahalı olunca o bölgede deri giyim kızda hem eteği hem montu olunca kızı zengin sanmışlar. Çünkü o dönem orada öyle bir deri düşkünlüğü ve pahalılığı vardı.

Deri nefes alan bir hammaddedir. Derinin montu ayakkabısı insanı hasta etmez. Şu sıralar dışarıdan bize gelen ayakkabılar malzeme olarak çok kalitesiz. Ayak sağlığını bu derece tehdit etmesinin ve herkeste ayakla alakalı bir problem olmasının tek sebebi aslında kullanılan bu ucuz ve kalitesiz malzemeler.

Bir ahi meselesi var. Biz de biliyoruz ki işte 1340'larda 1290'la 1330-40'lara kadar devam eden Ankara’da o dönem otorite boşluğu sayesinde çıkmış bir Ahi Cumhuriyeti var. Bu otorite boşluğunda işte ahiler Ankara'yı idare etmişler. Yalnız idare ederken de o günün şartlarında seçimle yapmışlar. 

Evet Ankara'da Ahi Evran Bey'i Kayseri'ye geliyor. Kayseri'de tabahane kuruyor. Yani debbahlık dediğimiz süreç orada başlıyor. Orada ahiler örgütlenmiş. Ondan sonra Moğol istilasında Moğollar bastırınca ahiler Kayseri'yi terk ediyorlar. En çok da Ankara'ya geliyorlar. Ankara'ya geldikten sonra bu süreç başlıyor. Ankara'da şimdi iki tane ahi mezarlığı var. Ahi Mesud'un adı Etimesgut; Ahi Mamak’ın adı ise Mamak olarak hala Ankara’da yaşatılıyor. Ondan sonra Ahi Evran, Ahi Şerafettin Camii'leri var.

Biz tabii ahiliği filan çocukluğumuzda bilmiyoruz. Bize diyorlar ki işte sabahleyin erken kalkacaksın. Dükkanı erken açacaksın.

Dükkânı açarken besmele çekeceksin. Mesela bizim dükkanlarımızda yazar. Şafak'ta besmeleyle açılır dükkanımız. Ahi Evran Veli pirimiz, üstadımız diye böyle bir yazı yazar. Mesela dükkânın içine girerken ilk sağ ayağını atıyor. Mesela sonradan ben öğrendim ki sağ ayağını atıyorsun mesela Allah korusun bir kriz geçiriyorsun. Başın döndü bir şey oldu. Düştüğün zaman yüz üstü düşüyorsun sağ ayağını attığın zaman. Sol ayağını atarsan sırt üstü düşermişsin. O zaman beyin kanaması filan olmuşsun. Yani hepsinin bir anlamı karşılığı var. Mesela diyor ki siftahı çok dükkâna girdiğin zaman alışveriş etmedi mi hemen bir siftahı parası atılır.

Yani siz böyle bir geleneğin temsilcisi olarak yaşamınızı sürdürdünüz. Kaliteli mal üreteceksin. Müşteriyi kandırmayacaksın. Sonra pabucun dama atılır zaten. 

Borç namustur borcuna sadık olacaksın. Ondan sonra böyle işçinin alın teri kurmadan hakkını vereceksin. Bunun gibi. Mesela onu komşu diyor ki hani ev alma komşu. Komşuluk çok önemli. Mesela adam bir yere gidecek. Dükkanını kilitlemiyor. Diyor ki komşu ben bir yere kadar gidiyorum. Sen bizim dükkana bakar ol. Ya kilitlesene. Kilitlediği zaman komşusu bana itimat etmedi. Dükkanı kilitledi. 

Üzülür diye dükkanı kilitlemeden gidiyor. Böyle adetlerimiz törelerimiz. Şu adam baktı ki bu ahilik böyle bir şey. 

Ondan sonra ben başladım ahilikle ilgili kitaplar almaya okumaya. Bir de Metro Sanat Galerisi'nde Kızılay'da Ahilik sergisi açtım. Binlerce insan geldi. Mesela benim şeyim sloganım şöyleydi. Ahiliğin Başkentinden Cumhuriyet'in Başkentine Ankara sergisi. Ondan sonra geliyorlar ya işte ahiliğin başkenti Kırşehir'miş. Yavrum Kırşehir'de ahilikle alakalı ne var? Ahi Evran Veli'nin sadece türbesi var.

Mezarı var. Başka Kırşehir'de tabaklık yok. Ondan sonra diyorum ki debbahlık niye yok? 

Halbuki adı üstünde Kırşehir. Suyun olmadığı yerde debbahlık olmaz. Tabaklığın birinci şartı su. Dere olacak, su olacak. Ankara bunlara elverişli bu yüzdende ikinci en büyük gelir kaynağı dericilik. Yani dericilik böyle çok kutsal bir meslek.

Röportajın devamı için;

https://www.youtube.com/watch?v=eMEW6brROX4