Gökleri delen düğüm, altına dönüşen eller ve kentin kaderine yazılmış uğursuzluk... Bu, Gordion’un sessiz taşları arasından fısıldanan baba-oğul destanıdır.

Anadolu’nun yüreğinde, Sakarya Irmağı’nın kıvrımları arasında bir kent yükselir: Gordion. Ne bir limanı vardır ne yüksek surları. Ama zamanı kendi ipiyle bağlamaya çalışan kralların, kehanetlerin ve lanetlerin mekânı olmuştur. Bu kadim topraklarda, bir gün bir çiftçi çıkar gökyüzünün yazgısını değiştirmek üzere sahneye: Adı Gordias’tır.

Gordias, sıradan bir Frig köylüsüdür. Öküz arabasıyla toprağını sürer, geçimini sağlar. Ta ki gökyüzünde dönen bir kartal gelip onun arabasına konana dek. O çağlarda, tanrıların iradesini yeryüzüne aktaran biricik araç kehanetlerdi. Tapınak rahipleri bu olayı duyunca Gordias’ı hemen kente çağırdılar. Kehanet açıktı: “Frigler’in başına kartalın konduğu adam kral olacak!”

Gordion’a vardığında yanında oğlu da vardır: Midas. Şehre girdiği anda, o eski tanrıların zamanında bırakılmış dev bir direğe arabasını bağlar. Bu bağ sıradan bir ip değildir; Gordias arabasını direğe öyle bir düğümle bağlamıştır ki, kimse çözemez. Kehanetin ikinci perdesi başlamıştır artık. “Bu düğümü kim çözerse, Asya’nın hâkimi o olacak!”

Midas, Gordias’ın tahtını devraldığında, Frigya’nın zenginliği ve şöhreti rüzgâr gibi yayılır. Ancak onun adı, yalnızca inşa ettirdiği görkemli saraylarla ya da doğaya duyduğu sevgiyle değil, tanrı Dionysos’tan aldığı uğursuz armağanla da anılır: Altın dokunuşu.

Bir gün, içkilerin tanrısı Dionysos’un yoldaşı Silenos, Frig topraklarında kaybolur ve Midas tarafından konuk edilir. Midas’ın cömertliğinden memnun kalan tanrı, ona bir dilek hakkı tanır. Kral düşünmeden diler: “Dokunduğum her şey altına dönüşsün!”

Dilek gerçekleşir. Midas sabah dokunduğu gülün altına döndüğünü görür. Sonra sandalyesi, şarabı ve hatta ekmeği... Altın içinde aç kalan kral, sonunda kızına dokunduğunda onu da kıymetli bir heykele çevirir. Bu lanetle yıkılan kral, Dionysos’a yalvarır. Tanrı merhamet eder; Midas’a Paktolos Irmağı’nda yıkanmasını emreder. Kral nehre girer ve altın dokunuş nehrin kumlarına akar — bugünkü Manisa yöresinde bulunan bu nehir, o günden beri altın parçacıklarıyla parlar.

Ancak lanetler Midas’ın peşini bırakmaz. Bu kez, tanrılar arası bir yarışmanın hakemliğine soyunur. Apollon ile Pan arasında müzik yarışması düzenlenir. Midas, Pan’ın kaba ama halktan müziğini Apollon’un liri yerine seçince tanrılar tanrısı ona acı bir hediye verir: eşek kulakları.

Midas bu ayıbı herkesten saklar. Sadece berberi bilir sırrı. Ama berber bu yükü taşıyamaz. Gider bir çukura eğilir ve toprağa fısıldar: “Kral Midas’ın kulakları eşek kulakları!” Rüzgâr ve otlar bu sırrı yayar. Midas bir kez daha doğaya teslim olur: sır, toprakla birleşir ama kralların utancı sonsuza dek fısıltılarda yaşar.

Midas’ın ölümüne dair mitler çeşitlidir. Kimi anlatılarda altın dokunuşun bedelini ödeyerek Paktolos’ta boğulur. Kimilerinde utancından kendini öldürür. Ama Gordion’un merkezinde hâlâ o direk durur. Gordias’ın düğümü, zamanın ilmeği gibi çözülmeyi bekler.

Yüzyıllar sonra Büyük İskender, Gordion’a gelir. Kehaneti duyar. Düğümü çözmeye uğraşmaz. Kılıcını çeker ve tek hamlede düğümü keser. “Çözmek ya da kesmek...” der, “Zaferin yolu niyettedir.”

Gordias ve Midas... Biri tanrının seçtiği kral, diğeri tanrılardan fazlasını isteyen insan. Gordion’un sessiz toprakları, her adımda bu baba-oğulun izlerini taşır. Ve mitoloji bize şunu hatırlatır: Tanrılardan gelen armağanlar, her zaman hediye değildir.