ANITKABİR’İN GÖRÜNMEYEN EŞİĞİ VE GAZİ’NİN ATALARA DÖNÜŞÜ
Yazdım...
Anıtkabir üzerine yıllar içinde çokça yazdım. Onlarca makale, kimi kısa kimi uzun. “Anıska” dediğim türde yazılarla onun taşlarını, duvarlarını, sütunlarını anlamaya, anlatmaya çalıştım. YouTube’da Gizlenenin Peşinde serisinde birkaç bölümünü de çektim; mozolenin gölgesinde yürüdüm, Aslanlı Yol’un taşlarında sustum.
Ama şunu açıkça söylemeliyim:
Bu yazıyı yazmadan hemen önce öğrendiğim bir şey beni gerçekten sarstı.
Anıtkabir’in hep görünen taraflarına odaklanmışız meğer. Yapının yüksekliğine, taşların çeşitliliğine, Aslanlı Yol’daki sayıların sembolizmine…
Ama en derininde, kimsenin kolay kolay dokunamayacağı bir yerde, sessizce oraya konmuş bir taşın varlığını ilk kez duydum.
Bu taş hakkında ne resmi bir kaynak konuşuyor, ne de anıtlara dair o kalın kitaplar.
Ama bazı fısıltılar, bazı unutulmuş cümleler, bazı yönler…
İşte bu yazı, o taşın izini sürmek için yazıldı.
Hem bir eşik olarak, hem de bir dönüş olarak.
Buyrun, en derindeki taşın sessizliğine birlikte eğilelim.
ZİRVEDE DEĞİL, EŞİKTE BEKLEYEN
Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı, 10 Kasım 1953 günü, 15 yıllık bekleyişin ardından Etnoğrafya Müzesi’ndeki geçici istirahatgâhından alınarak Anıtkabir’e nakledilirken, Rasattepe’nin zirvesinde onu bekleyen sadece mermerden bir anıt değildi.
Onu orada bekleyen şeylerden biri de, zemine sessizce yerleştirilmiş bu tek parça, pürüzlü, kül grisi bir taştı.
Bu taşın adı, hiçbir mimari projede geçmiyor. Yapım çizimlerinde yeri işaretlenmemiş. Bakanlıklardan çıkan metinlerde adı dahi yok.
Ama o taş orada.
Ve anlatılana göre, bu taş Orhun Vadisi’ne bakan bir yönde, bilinçli olarak mezarın tam altına, kutsal bir eşik gibi yerleştirildi.
TAŞI GETİRENLER VE FISILTININ YOLCULUĞU
1950’lerin başında, Anıtkabir’in inşa süreci çok sıkı kontrol altındaydı. Her detay devletin en üst katında kararlaştırılıyordu.
Ama işte tam da o dönemde, çok dar bir çevrede, sadece birkaç kişinin bildiği bir karar verildi.
Bir taş getirilecekti.
Ne mimar Emin Onat’ın, ne Orhan Arda’nın, ne de dönemin resmi kurul tutanaklarının buna dair tek satırı yok.
Ama birkaç araştırmacıya göre:
Bu taşı, Türkoloji uzmanı iki genç akademisyen, bir subayla birlikte Sovyet sınırına yakın bir bölgeden getirdi.
Taş, Moğolistan-Tuva sınırına yakın, Bilge Kağan Yazıtları’na bakan bir yamaçtan koparılmıştı.
Ve taşın içinde ince, kırmızı damarlar vardı: kurban lekesi gibi görünen doğal izler.
Bu işlem için dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sözlü onayı alınmış, ancak resmi kayda geçmesi kesinlikle istenmemişti.
Çünkü bu taş, yalnızca mimari bir malzeme değil; bir bağdı.
Bir ruh köprüsü.
ATALARA DÖNÜŞ TÖRENİ
Göçebe Türklerde kadim gelenek şudur:
Bir hakan, bey ya da bilge kişi gömülürken, mezarına yalnızca beden değil, atalardan bir parça da bırakılırdı.
Bu bazen bir taş, bazen toprak, bazen bir kemik, bazen bir atın eyerinden sökülmüş deri olurdu.
Ama özünde, hep aynı fikir saklıydı:
“Geri dön.”
Atalara.
Toprağa.
Göğe.
Anıtkabir’in altına konan bu taş da, işte tam olarak bunu anlatıyor.
Sözle değil.
Törenle değil.
Sessizlikle.
YÖNÜN PUSULASI
Mimari aks doğu-batı doğrultusunda giderken, bu taş kuzeydoğuya, yani Orhun Vadisi yönüne bakacak şekilde yerleştirilmiş.
Bu, geometrik değil; ritüel bir karardır.
Kimin önerdiği bilinmiyor.
Ama Türklerin ilk yazılı bellek merkezine bakan bu yön, bir tür “yolculuk pusulası”dır.
Atatürk’ün bedeni orada kalabilir.
Ama ruhunun yönü bellidir.
SUSKUNLUĞUN NEDENİ
Çünkü bu taşın varlığı, modern, laik, akılcı Cumhuriyet anlatısı ile, kadim töresel bilginin buluştuğu kırılgan bir sınırdadır.
O yüzden belki de susulur.
O yüzden belki de yalnızca bazı eski teknik uzmanlar, bazı Türkologlar ve bir avuç devlet görevlisi arasında fısıldanır.
CAMDAN GÖRÜNMEYEN BİR TAŞ
Ziyaretçiler mozolenin altına inemez.
Orada ne ışık vardır, ne ses.
Sadece bir taş vardır.
Ve o taş, belki de bir kurganın en sessiz ama en derin cümlesidir:
“Ben buradayım. Ama geldiğim yer hâlâ aklımdadır.”
Gizlenenin peşindeyiz ya…
Bu defa taşın üstüne çıkmadık.
Altına eğildik.
Ve orada, görünmeyen bir taşı değil,
bir milletin görünmeyen hafızasını bulduk.