Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılı, içeride rejim otururken dışarıda da sert diplomatik rüzgârların estiği bir dönemdi. 1926 İzmir Suikastı tarihe “tek” organize girişim olarak geçer; oysa perde arkasında, bazı girişimler kamuoyunun önüne hiç çıkmadı. İşte onlardan biri, 1935’te, Ankara’nın tam ortasında, Sovyet gölgesinde yaşandı.

Stalin’in sert mesajları

1935’in başında, Montrö Boğazlar Sözleşmesi henüz masadaydı. Boğazlar üzerindeki kontrol, Sovyetler için yaşamsal bir meseleyi temsil ediyordu. Stalin, Pravda üzerinden Türkiye’ye üstü kapalı tehditler savurdu: “Karadeniz’in güvenliği, dostlarımızın kararlılığına bağlıdır.”
Bu satırlar, Ankara’da dikkatle okundu; çünkü satır aralarında “Türkiye’nin tarafsızlığı” sorgulanıyordu.

Elçilik çevresindeki hareketlilik

O günlerde Sovyet Büyükelçiliği’nin etrafında alışılmadık bir trafik vardı. Sık sık Ankara’ya gelen ve diplomatik listelerde adı geçmeyen bazı kişiler, elçilik binasında görülüyordu.
Emniyet raporlarında, bu kişilerin bir kısmının Balkan kökenli ve Rusça dışında da diller konuştuğu belirtilir. Kayıtlarda “kimlik tespiti yapılmamış yabancılar” ifadesi geçer.

Planın özü

İstihbarata göre, hedef Atatürk’ün Çankaya’dan Ulus’a geçerken kullandığı ana güzergâhtı. Plan, geçiş noktasına park edilmiş bir araçtan açılacak ateş üzerine kuruluydu. Araç, görünüşte bir tamirciye ait olacaktı; içinde ise kısa menzilli, hızlı ateş eden silahlar gizlenecekti.
Tarihi netleştiren tek belge, 1935 Mart’ına ait bir “güvenlik önlemleri” raporudur.

Operasyon nasıl bozuldu?

Plan, daha hazırlık aşamasında fark edildi. Bu fark edişin kritik noktası, Sovyet elçiliğinde görevli bir memurun Ankara Palas’ta bir Türk subayı ile yaptığı alkolü sohbetti. Subay, duyduğu şüpheli ifadeleri ertesi gün Emniyet’e aktardı.
Bunun üzerine güzergâh değiştirildi, ilgili araç yerinde bulunamadı. Ancak ne araç ne de içindekiler resmî kayıtlara “suikastçı” olarak geçti.

Neden açıklanmadı?

Bu olayın üstü birkaç nedenle örtüldü:

  1. Diplomatik kriz: Sovyetler’le doğrudan gerilime yol açmamak.
  2. İç siyasette istikrar: İzmir Suikastı sonrası yeni bir “suikast gündemi”nin yaratacağı korkuyu önlemek.
  3. Kanıt zincirinin zayıflığı: Yakalayan olmadı, yalnızca hazırlık tespit edildi.

Arşivdeki kırıntılar

Bugün bile, Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde “1935 Güvenlik Tedbirleri” başlıklı dosyada bu olayın yalnızca ima edilen satırlarını bulabilirsiniz. “Devlet büyüklerinin güzergâhları güvenlik gerekçesiyle çeşitlendirilecektir” cümlesi, bu girişimin kalıcı mirası oldu.

Çankaya’nın yeni düzeni

O günden sonra Atatürk’ün araç rotaları hiçbir zaman önceden açıklanmadı. Konvoy saatleri değiştirildi, köşk çevresindeki güvenlik halkası genişletildi.
Atatürk ise olayı kamuoyuna asla yansıtmadı. Onun tavrı, yine meydan okurcasına oldu: “Halkın içinde, göz önünde” bir lider imajını bozmadan, koruma zincirini gizlice kalınlaştırdı.

1935 Ankara olayı, resmî tarihte “suikast” olarak anılmasa da, Cumhuriyet tarihinin en kritik dönemeçlerinden birinde yaşanmış, uluslararası bağlantılı tek girişimlerden biridir.
Ve belki de en çarpıcı yanı, bu hikâyenin yıllarca yalnızca birkaç satırlık “güvenlik raporu” olarak kalmasıdır.